Kayıkların olduğu yere gelmişlerdi. Güneş kayıkların yüzeyindeki suyu kurutmuştu ama ahşabın yıllarca sindirdiği su için aynısı söylenemezdi. Craps, bu kayıkların çürük ve iş görmez olduğunu söyledi. Nasıl devam edeceklerine dair pek bir fikirleri yoktu. Etrafta kırık dökük mermer taşları haricinde tek bir şey bile yoktu.
James konuşmaya başladı.
‘’Diyelim ki burası bahsettiğiniz gibi bir terk edilmiş ada şehri olsun…’’
Matt onun sözünü kesip doğrusunu söyledi. ‘’Aslında sular altında kalmış bir ada şehri.’’
‘’Tamam… Dediğiniz gibi burası sular altında kalmış bir ada şehri olsun ama…’’
Bu defa sözünü kesen ise Franco idi. ‘’Aslında sular altında kalmış bir krallık. Bir şehirden çok daha fazlası yani…’’
James daha fazla tahammül edemedi. ‘’Her ne haltsa işte. Sular altında kalsa da, fırtına geçirse de, terk edilse bile insanlardan geriye bir şeyler kalması gerekmez miydi? Biri artık şunu mantıklı bir şekilde açıklasın.’’
‘’Terk edildiyse eşyalarını toplayıp gitmiş olmalılar. Neden arkada bıraksınlar ki?’’ dedi Craps.
‘’Ya terk ederken toparlanacak kadar vakitleri olmadıysa?’’dedi Matt.
‘’İşte bundan bahsediyorum. İlla ki birkaç parça bir şey kalmış olmalıydı geride.’’dedi James.
‘’Belki adaya gelen yırtıcı kuşlar almıştır onları da.’’dedi Franco.
‘’Yırtıcı kuşların kıyafet aldığını gördün mü?’’
‘’Senin aklını kurcalayan asıl soru ne James? Açık konuşsana.’’
‘’Burada hiç insan yaşamış gibi durmuyor!’’
‘’Ama bu mimarileri insanlar yaptı. Öyle değil mi?’’ dedi çocuk.
‘’Demek istediğim o değil.’’
‘’Sen ne demek istiyorsun ki?’’dedi Matt.
‘’İnsanların izleri olmalıydı ama yok. Hiç olmamışlar gibi. Terk edilmiş gibi bile durmuyor.’’
‘’Belki de terk edecek vakitleri de olmadığı içindir.’’dedi Matt.
‘’Bu da ne demek?’’
Matt, çocuğu kötü etkilememek için James’e yaklaştı. ‘’ Şu yıkıntılara bir bak. Bu medeniyetin başına büyük bir doğal afet gelmiş gibi duruyor. Kaçacak vakitleri olduğunu sanmıyorum.’’
James yıkıntıya bakmayı bırakıp önüne, denize döndü. ‘’ O halde insanlara ait tüm şeyler denizde kaybolmuş olmalı.’’
‘’Öyle olmalı ama sen neden birden bire bunu dert edindin ki?’’
‘’Şey… Karımın kıyafetleri kurumadığı için keşfe çıkamamıştık ama ben de buradan nasıl kurtulacağımıza dair düşünüyordum.’’ James’in bahanesi üzerinde çok durmayan Matt diğerlerine doğru yaklaştı.
Craps etrafa bakınıyordu. ‘’Kayığı nereden buldum demiştin?’’ diye sordu. Matt parmağıyla işaret etti.
‘’Baya uzakmış. Ciğerin nasıl dayandı?’’
‘’Sular altında kalan şehir epey büyük. Franco taht gördüm derken haklı olabilir. Burası krallık olabilir.’’
Craps gülerken James atladı sohbete. ‘’Taç görmeden krallık da taht da demezdim.’’
‘’Tacın kraldan ayrılabileceğini mi sanıyorsun James?’’ Matt sitemle konuşmuştu.
‘’Ben insanlara dair hiçbir iz…’’ diye yine palavralarını sıkacağını anlayınca onu dinlemedi bile.
‘’Ne önerirsin Craps? Sen gemici adamsın sonuçta.’’ dedi Matt.
‘’Ve senin de ciğerin kuvvetli anlaşılan.’’diye güldü Craps.
‘’Denizi hep severdim, yüzmeyi de severdim. Antrenmanlıyım.’’
‘’Bu işimize yarar. Ben diyorum ki deniz altını biraz daha keşfedelim. Belki yeni şeyler buluruz. İşimize yarar.’’
Matt başını sallarken düşünüyordu. ‘’Kötü başladık ama yardım edebileceğim bir şey olursa lütfen söyleyin.’’dedi Franco yaklaşarak. ‘
’Yüzme biliyor musun?’’dedi Matt.
‘’Aslında hayır.’’
‘’O halde burada kalsan daha iyi olur. Ben önemli bir şeyler bulursam size haber vereceğim.’’
Craps da onunla gidiyordu. Yaşlı olduğu için nefesi yetmese bile dayanabildiği kadar yardım edecekti. Sonuçta kurtulana dek bir varil havayı kullanabilmiş adamdı. Üstesinden gelirdi.
‘’Ben yüzme biliyorum!’’diye heyecanla onların peşinden giden James ceketini arkada bırakmıştı. Fiona tam ona bir şey diyecek gibi olduğunda arkada bırakıldığını fark etti. Sonra söyleyeceği şeyden vazgeçip kocasının ceketini yerden aldı. Silkeleyip kendi bacaklarını örtmek için kullandı. Dönüp baktığında küçük çocuk ve Franco ile yalnız kaldığını görmüştü. Titreyerek beklemeye başladı.
Diğer yanda Matt, James ve Craps merdivenleri inmiş, su altı diyarını keşfetmeye başlamışlardı. Sular altında kalmış iskelenin oraya kadar yüzdükten sonra Craps iskelenin üstüne basıp kendini yukarı ittirdi. Biraz da yüzeye doğru kulaç attıktan sonra başını çıkarıp nefes aldı. Yeterince soluklandıktan sonra tekrar suya girdi.
James ve Matt iskeleyi dönmüş yüzmeye devam ediyorlardı. Belki de adanın diğer tarafında sular altında daha zengin kalıntılar vardı ama bu takımın amacı buradan kaçmak olduğu için iskelenin olduğu tarafı araştırıyorlardı. Önde giden James gördüğü şeyle bir anda duraksadı. Kulaç atmayı ve suda çırpınmayı bırakıp suda hareketsiz kaldı. Hemen arkasındaki Matt de onu görünce durdu. James eliyle bir yeri işaret ediyordu. Matt orayı görünce gözlerine inanamadı. Ayrıntıları seçemeyeceği kadar ileride… Yıkıntıların deniz kumunun arasından biraz görünğrde kalan gömüye dönüştüğü bir alanda bir adam elinde kürekle yeri kazıyordu. Oldukça yavaş yapsa da inanılmaz bir haberdi bu. Birbirlerine işaret yapıp yüzeye çıktılar. Yolda karşılaştıkları Craps’ı da yüzeye yönlendirdiler. Kafalarını sudan çıkarıp derin nefes aldıklarında Craps anlamadı. ‘’Ne oldu?’’
‘’Bir şey bulduk yaşlı miço!’’dedi Matt. ‘’Ona sorabiliriz. Bizim gibi suyun altındaydı…’’
‘’Hiçbir şey anlamadım.’’
‘’Bahse varım hazinenin gömüsünü çıkarıyordu.’’dedi James.
‘’Hazine mi?’’dedi Craps.
‘’Öyle değil.’’ Matt düzeltti. ‘’Bir adam suyun altında kürekle yeri kazıyordu. ‘’
Craps gözlerini iyice açtı. ‘’Ne? Bir adam suyun altında kürekle kazıyor muydu?’’
‘’Evet onu gördük.’’
‘’Hayal görmediğinize emin misiniz gençler?’’
James ve Matt birbirine baktı.
‘’Suyun altında kazı yapmak oldukça zordur. Üstelik nefesi nasıl yetecek?’’
‘’Ama gördüğümüze emindik…’’
‘’Tuhaf. yüzünü de gördünüz mü?’’
‘’Hayır, uzaktı. Ama nefes almak için çıkmamızdan önce bizi fark ettiğini sanıyorum.’’dedi Matt.
‘’O halde o da çıktığında bizi arayacaktır. Belki bir kayığı vardır. Gidelim. ‘’
‘’Ya hazinesine göz diktiğimizi sanıp bize yardımcı olmazsa?’’dedi James.
‘’Böyle bir niyetin yoksa neden öyle sansın ki?’’dedi Matt.
‘’Hadi soralım. Başka şansımız yok.’’ Konuşan Craps’tı.
‘’Kıyıdan gidelim. Su yordu beni. ‘’dedi Matt.
Kıyıya döndüklerinde bir umutları olduğunu haber verdiler. Çocuk korkup gitmelerini istemediğini söyledi. James ise karısıyla daha gizli konuşuyordu. ‘’Fiona… ben hiçbir insanın ucuz şeyler için o derinlikte kazı yapacağını sanmıyorum. Bu işin sonunda balayımızdan zengin döneceğiz.’’
‘’James, sana söyleyemedim ama eteğimi kuruması için bıraktığım yerde bulamadım.’’
‘’Fiona… Derdin bu mu gerçekten? Zengin olacağız diyorum. Bir tane değil bin tane eteğin olacak.’’
‘’Sadece korktum. Burada bizden başka kimse yok ve eteğimi kim ne yapsın. Tabii içimizde sapığın biri yoksa. Beni yalnız bırakma James.’’dedi karısı. James onun ilgi saati geldiğini düşünerek sarıldı. ‘’Korkma, artık daha iyi olacağız. Hem öyle bir şey olduğunu sanmıyorum ama olacak olsa bile burada kocan var. O insanı pişman eder.’’
‘’Hava kararıyor. Bakın, güneş batacak. Ayrılmayalım bence.’’dedi Franco. Böylece hep birlikte kıyının o tarafına yürüdüler.
Kıyının diğer tarafına geldiklerinde görünürde kimse yoktu. Hatta bekledikleri gibi bir kayık bile görmediler.
‘’Bunca zaman sudan çıkmadı mı?’’dedi Matt.
‘’Belki de bizi beklemeden kaçıp gitti.’’ James çok olumsuz düşünüyordu. Aklında sadece hazineyle birlikte mi kaçtı yoksa hazineyi orada mı bıraktı sorusu vardı.
‘’Belki de biz gelene kadar nefes almıştı ve tekrar oraya girdi.’’dedi Craps.
‘’Öyleyse kontrol edeceğim.’’dedi James.
‘’Başta hiç hoşlanmamıştım ama cesaretli çocuksun. Matt yeterince yorulmuştu zaten.’’
Craps’a aldırmadan denize girdi James.
Yüzüp o kuma gömülmüş yıkıntılara yaklaştı. Yaklaştıkça aslında bunların dağınık yıkıntılardan daha farklı bir şey olduğunu gördü. Gömülü taşların her biri aynı hizada ve aynı yöne dönüktü. Hepsinin üzerinde yazılar vardı. Anlam veremedi ama biraz daha yaklaştı. Yazıların yanında bir de tarihler yazdığını gördü. Sonra ileride o adamı gördü. Elindeki küreği kenara bırakmıştı. Kürek tabana doğru düşerken yerin altından çıkarılmış kum birikintisini hafif uçurdu. Kumlar suyu biraz bulandırsa da hâlâ adamın hareketlerini seçebiliyordu. Adamın elindeki süzülen kabarık kumaş parçasını yerdeki çukura yerleştirdiğini gördü. James nefesi bir müddet daha dayanabilirdi ve her şeyi anlayıp öyle gitmeyi umdu. Adam kumaş parçası yüzeye doğru uçmasın diye onu çukura itip üzerine ağırlık bırakırken yere eğilmişti. İşte tam da o anda adamın arkasındaki taştaki yazı ona çok tanıdık gelmişti. Çünkü o taşta karısının adı, soyadı ve doğum tarihi yazıyordu. Şimdi o parlak mor kumaş parçasının da karısının eteği olduğunu anladı! Yakınındaki taşları okudu. İsimler, soyadlar, doğum ve ölüm tarihleri! Bunlar… Mezar taşıydı! Burası koca bir mezarlıktı!
James zar zor tuttuğu nefesiyle kendini yukarı itti. Tam o esnada mezarcı arkasını dönmüştü ve son anda o adamın yüzünü seçebilmişti. Sudan çıkmadan hemen önce göz göze gelmişlerdi. O adamın yüzü bir kafatasından ibaretti!
Ölüm korkusunun verdiği güçle yüzeye çıkabildiğinde onu bekleyenler için bile nefes tutma süresi inanılmazdı. Telaşını görünce onu kıyıya çekmek için yardım ettiler ama kimse telaşının sebebini bilmedi. Herkes nefes tutmakta zorlandığı içindir diye düşünüyordu.
‘’Burada… Tuhaf şeyler… oluyor.’’ dedi nefes nefese.
Onu sakinleştiremeseler bile her şeyi anlatması için hazırlamaya çabaladılar.
James kendisine endişeyle bakan karısının üstten giydiği mor gömlek takımına baktı. Beline kendi ceketini sarıp bacaklarını örtmüştü. Ona pişmanlık, özlem ve aşkla baktı. Kaybetmek istemiyordu.
‘’O aşağıdaki adam bir canlı değil. Hayalet… Hayalet gibi bir şey olmalı.’’
‘’Hayaletleri gözle göremezsin.’’dedi Matt.
"Oksijensizlikten hayal görmüş olabilirsin. Kendini fazla zorladı-"
‘’Ben gördüm! O adamın yüzü etsiz bir kafatasından oluşuyordu. Gözleri olması gereken yerde oyuk karanlık bir boşluk vardı. Onu ancak uzaktan bakan birisi insan sanabilir.’’
‘’Sen ne… tam olarak ne gördün?’’ Franco’ya döndü bu defa James.
‘’Aşağıda kürekle kazdığı şey bir mezardı ve mezar taşında karımın ismi yazıyordu.’’
‘’Ne?’’diye bağırdı Fiona. ‘’Saçmalık. Böyle şaka bile olmaz.’’
‘’Şaka değil çünkü. Eteğim kayboldu, kim alabilir ki diyordun. Eteğini senin için hazırladığı çukura gömüyordu.’’
‘’Ne demek oluyor bu şimdi?’’diye söylenmeye başladı Fiona. Diğerleri sessizleşip düşünmeye başlamışlardı. Ya da düşünüyor gibi görünürken aslında ürkmüş ve paronayak olmuşlardı. Durumun gerçekliğini sorgularken James'in gerçekten bitik durumu inandırıcıydı. James neden bu durumda yalan söylesin ki? Üstelik sudan can havliyle çıkmıştı. Belki nefessiz kaldığı için…? Fakat hayır… Matt da görmüştü. Denizin altında başka bir adam vardı. İnsan gibi görünüyordu… James anlattıklarında haklı olabilirdi. Fiona söylenmeye devam ediyordu. Sanki bağırıp çağırıp inkar edince bu gerçekleşmeyecekmiş gibi davranıyordu. Acizce yalan ya da şaka olduğuna inanmak istiyordu. Bunca adamın içinde yalnız kalan bir kadındı ve şu anda kocası ona iyi hissettirmek için bile çabalamıyordu… Bu yüzden hırçınlaşmıştı.
‘’Şu anda bizden birinin senin eteğini çalmayacak kadar meşgul olduğunu biliyorsun. Bence artık kocana inansan iyi edersin.’’ Craps’ı duyan Fiona ağlamaya başladı. ‘’Neden ben? Neden ben ölüyorum?’’
Matt ve Franco çoktan düşünmeye başlamışlardı bile. ‘’Bu buradan kurtulamayacağız ve burada öleceğiz anlamına mı geliyor?’’dedi Franco.
‘’Size söylemiştim. Hiçbir insan kalıntısı yok diye. Bak bu yüzdenmiş.’’James de karısı gibi ağlıyordu. ‘’Orada koca bir mezarlık vardı.’’ Burnunu çekti. "Eğer tüm kalıntıları da insanlarla birlikte denize gömüyorlarsa bu insanlardan hiçbir iz kalmamasını açıklar. Şimdi anlıyorum. Burası bir ölüm adası. Ardından yaşadığına dair hiçbir iz bırakmayan bir yok oluş adası."
‘’Doğum tarihimi nereden bilecekler ki? James lütfen bana şaka yaptığını söyle.’’diye bir umut şansını denedi Fiona.
‘’Bu saatten sonra denize giremeyiz. Ama burada da kalamayız. Nasıl kaçacağız? Köşeye sıkıştık.’’ Matt kafasını elleri arasına alıp dertlendi.
‘’Korkuyorum.’’dedi çocuk.
‘’Kes sesini çocuk. Şimdi seninle uğraşamayız. Hepimiz korkuyoruz.’’ Bunu James söylemişti.
Çocuk gidip Craps’a sarıldı. ‘’Öyle aşağılıksın ki James. Eğer bir kurban vererek hepimiz kurtulabiliyor olursak seni vereceğim.’’dedi Craps.
‘’Güneş battı. Karanlık olacak.’’ Fiona ağlarken söyledi bunu.
Saklanmalı ya da korunmalıyız. Veya her ikisi de.’’dedi Matt.
‘’Neyle karşı karşıya olduğumuzu tam olarak çözememişken nasıl bir önlem alacağımızı nereden bileceğiz?’’dedi Franco.
‘’Haklısın. Sanırım burada öleceğiz.’’ Matt bunu kabullendiğinde çocuk daha şiddetli ağlamaya başladı.
Matt, çocuğa dönüp onu susturmak istedi ama çocuk bir yeri işaret ediyordu. Elini takip edip gösterdiği yere bakınca kalbi hızla çarptı. Denizden bir sürü insan çıkıyordu. Buna insan demek doğru olmazdı. Kıyafet giymiş iskeletler, tıpkı bir canlı gibi kıyıya doğru çıkıyorlardı. Bazıları daha geriden geliyordu. Bazıları sudan çıkınca suyunu süzdürdüğü şapkasını başına takıyordu. Bir tanesinin başına taktığı şey daha parlak ve farklıydı. Çünkü bu bir kilometre öteden bile parlaklığı göz alan bir kral tacıydı! İskeletlerin üzerinde çeşitli mücevheratlar da vardı. Bazı iskeletlerin üzerinde aynı giysiler vardı. Tıpkı bir üniforma gibiydi. Eskimiş, yırtılmış olsa da benzerlikleri seçiliyordu. İşte o iskeletler bellerindeki kılıçları kınında çıkarıp göğe doğru tuttular. Kılıçların parlak yüzeyi kararmakta olan havada ay ve yıldızlar kadar ışıldıyordu. İşte o anda bir yeni felaketle daha tanıştılar. İskeletler konuştu.
‘’Topraklarımızdaki yabancı işgaline ölüm!’’
‘’Bunlar kemikten ibaretler ama nasıl canlı gibiler aklım almıyor!’’dedi diğerleirne katılıp koşarak kaçan Franco.
‘’Bu bir çeşit lanet olmalı. Sanırım.’’ diyen Matt oldu.
‘’Ve ben de lanetlenen miyim yani?’’ Fiona sinirlenmişti.
‘’James, başka birimizin ismini gördün mü?’’dedi Craps.
‘’Hayır, yeni mezar olarak sadece Fiona vardı. Zaten boş olan mezar sadece oydu.’’
‘’O zaman bunlar mezardan çıkan ölüler mi?’’dedi çocuk. Bu soruya bir süre cevap gelmedi.
‘’Sanırım tam olarak ölü değiller çocuğum.’’ Cevap verme cesareti gösteren Craps idi.
‘’O zaman Fiona da aslında ölmeyecek. Dirilebilecek.’’dedi çocuk.
‘’Bu yüzden ölmeye razı olmayacağım tamam mı velet?’’diye kızdı Fiona daha hızlı koşmaya çalışarak.
‘’Asıl soru şu… Neden sadece Fiona?’’dedi James.
‘’Ne yani? Sadece beni öldürüp sizi bırakacaklar mı?’’dedi Fiona ve bu soruyla herkes koşmayı bıraktı. Soluklandılar. ‘’Yok artık! Siz ciddi misiniz? Sadece ben öleceğim için koşmayı bıraktınız yani. Saçmalamayın ve beni koruyun! Sıra size de gelecek. James! Saçmalama, bir şey yap!’’
‘’Aslında neye göre öldürdüklerini bilmiyoruz ve sıranın bize geleceğini garanti edemeyiz.’’dedi Matt.
Fiona şok olmuştu. Kocasının onu koruyacağına umut ediyordu en azından.
‘’Dedikleri gibi. Nedeni çözemedik ve onlar bize yetişiyor. Koşmalıyız. Bir yol bulmalıyız ve o zamana kadar onlara yakalanmamalıyız!’’dedi Craps. Sonra omzundaki çocuğu indirdi ama bu ona hafiflemiş gibi hissettirmiyordu. Hâlâ çok bitkindi. Çocuğu Matt'a verdi.
Matt çocukla birlikte olsa bile hızlı koşabiliyordu. Bir an arkasına dönüp baktı ama yaşlı miçonun onlara yetişemediğini gördü. Craps’ın iskeletlerin eline düşmüştü. Ona veda etti. ‘’Asla geri dönme Matt! Yakalanma ve çocuğu iyi koru.’’
Matt üzülmek için bile vakit bulamadığında omzunda koruması gereken küçük bir çocuk vardı. Koşup diğerlerine yetişti. Öfkeli ve pişmandı. "Koşuyoruz ama nereye kadar kaçabiliriz ki? Bu adadan çıkış yok!"
Okuduğunuz için teşekkürler!
Ziyaretçilerimize Reklam göstererek Inkspired'ı ücretsiz tutabiliriz. Lütfen Reklam Engelleyici'yi beyaz listeye ekleyerek veya devre dışı bırakarak bize destek olun.
Bunu yaptıktan sonra, Inkspired'ı normal şekilde kullanmaya devam etmek için lütfen web sitesini yeniden yükleyin.