"Beni geminize aldığınız için gerçekten çok teşekkür ederim."dedi Franco.
Ağ atmaya çıkan bir balıkçı gemisinin tayfasını çok zor ikna etmişti. Hemen karşı adaya gitmesi gerekiyordu ama tüm yolcu kayıkları kıyıdan ayrılmıştı. Bulabileceği kalkmak üzere olan tek gemi de bu balıkçı gemisiydi.
"Dert etme, ilk de değilsin tek de..."dedi ağzındaki tütünü kemiren adam. Franco, gemiye elindeki bavulunu sürükleyerek bindiğinde buraya yabancı olduğu çok belli oluyordu. Önünden geçen adam sonunda ağzındaki çürük tütünü tükürüp temizlemesi için birilerini çağırdı. Etraf zaten pek temiz değildi. Bavul çantasını yere koyduğuna şimdiden pişman olmuştu. Onu tekrar eline alıp iğrendiğini belli etmemeye çalışarak etrafa bakındı. O adam haklıydı. Burada başka kaçak yolcular da vardı. O halde neden kendisini yolcu olarak almak için bu kadar zor ikna olmuşlardı? Elbette pazarlık için. Kazıklanmış olmalıydı ama denizin ortasında anlaşmazlık çıkarmaktan korktu. Başına bir iş gelmeden bir an önce karşı adaya varmalıydı.
"P-pardon, ne kadar sürer acaba?"
Kimsenin onu ciddiye almadığını ve hatta görmediğini düşünüyordu. Ağzında bir şeyler çiğneyen pis görünümlü bir adam yanıt verdi bir tek. "Burada seyehat hizmeti vermiyoruz. Seni taşıdığımıza dua et. Zamanını da sorma."
Tayfanın tek bir adamı bile insancıl değildi. Franco yutkunup önüne döndü. Geminin kenarına yaslanıp denizi izlemeye başladı.
"Sizin yolculuk nereye?"dedi bir kadın tüm şaşırtıcı neşesiyle.
Franco'nun bunu beklemediği netti. Kadına bakınca oldukça şık giyimli zarif bir hanımefendi olduğunu gördü. Lüks bir kayık da kiralayabilirdi ama neden bu kokuşmuş balıkçı teknesini seçmişti? "A-acilen görmem gereken hasta bir dostumu ziyarete gidiyorum."dedi Franco. "Ya siz?"
Kadın zarafetle elini yüzüne gelen saçını çekmek için savurduğunda gördüğü yüzük ile biraz mesafe koydu. "Balayına..."
Sonra kadının arkasında beliren kocasını da gördü. Elini uzatıp tokalaştılar. "James... Ve eşim Fiona. Tanıştığımıza memnun olduk beyefendi."
Franco giderek azalan tebessümü ile önüne döndü, geminin hemen dibindeki suyun yüzeyine ve dalgalanmasına baktı. Tıpkı rüzgarda kıvrılan bir çarşaf gibiydi. Gözlerini kapatıp başını geri yaslayacak şekilde kaldırdı. Derin bir nefes çekti içine. Tuzlu su ve geniz yakan deniz sisi... Ve biraz da nefes aldığına pişman eden çürük balık kokusu. Geminin güvertesindeki yağlanmaya bakılırsa balıkları oraya ağ ile döküyorlar ve kaldırana dek epey orada bekliyordu. Başka türlü bu yüzeye yapışmış kokuşmuş balık kokusu açıklanamazdı.
"Heyecanlı bir yolculuk ha?" Yabancı sesle gözlerini açıp aniden yanına dönmüştü. Sakalsız, bıyıklı, orta yaşlı ve sıradan bir adam tıpkı onun gibi kenara ellerini yaslamış denize bakıyordu. "Komik şakaymış(!)"dedi onu ciddiye alamayan Franco.
"Denizi sevmiyorsunuz sanırım. Hatta mecbur olmasanız bu gemiye binmezdiniz bile. Yanılıyor muyum?"dedi yabancı. O da bir kaçak yolcu olmalıydı.
"Bu sizi ilgilendirmez. Ben gerçekten sessiz ve hızlı bir yolculuk istiyorum."
"Hızlı olacağını garanti edemeyiz."
"Anlaşılan sessiz olacağına da söz veremiyorsunuz."
"Denizin heyecanlandırmadığı biriyle sohbet hiç zevkli olmuyor."diyerek sustu.
"Bayım siz... Hiç Atlantis'i duydunuz mu?"dedi küçük çocuk. Elinde fırça gibi bir şey vardı ve yerleri siliyordu.
"Ben duydum."diye atıldı heyecanlı bir şekilde az önce susan adam. "Denizin altına gömülüp kaybolan medeniyet."
"Onun hakkında çok fazla söylenti var hepsi de birbirinden farklı. Kraliyet olduğunu da söylerler."dedi çocuk.
"Evet, Atina'yı almaya giderken cezalandırılan bir medeniyet olduğu da söylenir." diye ekledi yabancı adam.
"Deniz hakkındaki efsaneler beni hep heyecanlandırmıştır. Haksız mıyım sevgilim?"dedi James, Fiona'yı öpmeden önce.
"Bir denizden bir de yeni evli çiftlerden midem bulanıyor."diye mırıldanarak önüne döndü Franco.
"Bir efsane görme şansınız olsaydı bu hangisi olurdu?"dedi yabancı adam.
"Deniz kızları!"dedi James.
"Deniz kızları mı?"diye sitem etti Fiona. "Bahse varım sen sadece onlar için heyecanlanıyorsundur James!"
"Her neyse... Ben de Atlantis'i görmek isterdim."dedi yabancı adam.
"Adınız neydi Bayım?"dedi çocuk.
"Matthew."
"Ben bir çocuğum bay Matt. Ve siz bana göre bile fazla heyecanlısınız. Deniz, heyecanlılara göre bir yer değildir."
Çocuktan beklenmeyecek hikmetli sözler, diye düşündü Franco.
"Öyle deme küçük... Deniz birçok gizemi barındıran heyecan verici bir yerdir. Gerçekleşeceğinden değil ya hayalim. Öylesine söyledim. Hem Atlantis'in konumunda bile değiliz. Bu gülünç olurdu."
"Onun konumunu nereden-"
"Efsanelerde anlatılan iki konumu var. Birisi Kıbrıs civarında iken diğeri Atlantik okyanusunda bir yerde. Ve biz şu an hiçbirindeyiz."
"Yani bizi bir efsaneden koruyan tek şey o konumda bulunmamamız mı?"diye dalga geçti Franco.
"Öyle demeyin. Deniz sizi içine çeken bir ninnidir. Dinleyin şu sesi. İçindesiniz ama sanki bu bir gelgitten fazlası. Akıyor gibi, dahası siz de onunla birlikte akıyor gibisiniz. Suya girmediniz ama içindeymişsiniz gibi kokuyor. Ona dokunmanıza gerek yok... Deniz size dolunuyor. Deniz sizi sarıyor dostlarım."
"Çok sis kapladı."diye kederlendi Franco. Matt gözlerini açınca geminin etrafını göz gözü görmeyecek bir sisin kapladığını gördü. Gemi nereye gittiğini görebiliyor muydu?
Tam bunu düşündüğü an aniden sarsıldılar, şanslı olanlar bir yere tutunabilirken, Fiona gibi bazı insanlar düşmüştü. "Çarptık!"diye bağırdı çocuk. "Bir şeye tosladık."
"Kapa o lanet çeneni!"diye bağırdı kaptan.
"Kötü olacak işte!"diye ağlayan çocuk kendi bacaklarına sarılmıştı.
Tayfa seferber olurken kaçak yolcular ne yapacağını bilemedi. Kaptan dümende olmadığı halde gemi hareket ediyordu ama aşağı doğru. "Batıyoruz!"
"Ne yapacağız? Kaptan!" Miçolardan birisi bağırıyordu. Kaptan telaşla kafasını elleri arasına aldı. Üzerinde koca bir geminin sorumluluğu vardı.
"Küçük kayıkları indirin!"diye emir verdi.
Yolcu olanlar bir umut sağlam kaçabileceklerini öğrenince rahatladılar. Matt yerde kendine sarılan çocuğu teselli etti. "Bak, gemi batsa bile biz kurtulacağız. Merak etme."
"O kayıklar…"dedi çocuk ama devamını getiremedi. Çünkü o kayıklardan birine binen kaptan ipi kesti. Aniden küçük kayıkla denize düştü ve tek başına kaçmaya başladı.
"Kaptan, diğer kayıklar hasarlı-"diye gelen olanlardan habersiz miço kaptanın kaçtığını görünce daha da paniğe kapıldı.
"Öleceğiz burada."dedi ağlayan çocuk.
"Dur bakalım hemen yelkenleri suya indirme."dedi Matt.
"O da ne demek?"dedi çocuk.
"Yani hemen pes etme anlamına gelen bir deyim."
"Çocuğa yalanlar söyleyeceğine nasıl kurtulacağımız konusunda yardım etsen!"diye kızdı Franco.
"Aşkım ölecek miyiz?" Fiona ve James ise apayrı bir alemdeydiler.
Çıkan şiddetli rüzgarda gemi bir sağa bir sola devriliyordu ve bu su almakta olan gemi için daha hızlı batma tehlikesi oluşturuyordu.
Şiddetli rüzgar yelkendeki bir yırtığı büyüttü. Uçuşan yelken gökyüzüne doğru havalandı. İnsanlar gemide tutunacak yerler aradı, bazıların bunu başaramayıp denize düştü. Geminin çürük yelken direği de kırılıp denize düştüğünde geminin güvertesine darbe indirmişti. Oradan da su almaya ve devrilmeye doğru giden gemiyle kimse ne yapacağını bilmiyordu.
"Neden o lanet çeneni açtın ki?"dedi Franco, Matt'e hitaben.
"Yeter artık."dedi cılız çocuk sesi. Kimse o fırtınada çocuğu işitmedi. Fakat o devam etti. "Bir daha kimse lanet kelimesini kullanmasın ve bu son olsun."deyip ellerini kalbinin üstüne koydu. Gözyaşı yanağından süzüldüğünde koca bir dalga çocuğa sarılmıştı.
***
Çocuk gözlerini öksürerek açmıştı. Yuttuğu suyu tükürdü. Kendisini batmakta olan geminin en yüksek parçasında buldu. Birazdan o da suyun altında kalacaktı. Giderek alçalıyordu. Etrafına bakındığında insanların biraz ilerdeki ada gibi görünen yıkıntıda canlı olduklarını gördü. Bir tanesi köstekli saatindeki suyu çıkarmak için fazla agresif davranıyordu. Onu tanımıştı. Çocuk ayağa kalkıp geminin batan son parçasıyla birlikte suya doğru inişini bekledi. Tam o esnada Matt ona seslendi. "Hey çocuk! Şu parçaya atla, seni buraya çekeceğim."
Dediğini yapıp su üstünde yüzen geniş ahşap parçaya atladı. Parça biraz aşağı batsa ve o suda ıslansa bile hâlâ yüzeydeydi. Matt ipi çekip çocuğu kıyıya aldı.
"Çok garip!"dedi James. Saatini silkelemeyi bırakıp gökyüzüne baktı. Az önceki fırtınadan eser yoktu ve bu güneş kavurucuydu.
"Bundan daha garip ne olabilir!"diye isyan etti Fiona. Eteği çok ıslanıp ona ağırlık yaptığı için çıkarmak zorunda kalmıştı. Bunca adamın içinde içliklerle kalmıştı. Müstakbel eşi ise ölüm kalım durumunda kimsenin ayıba bakmayacağını söyleyerek moral vermeye çalışmıştı. Bu durumda moral da verilmiyordu.
"Aslında çok geçmedi gemiye bineli ama saatler geçmiş gibi görünüyor."
"O antika şey su ile bozulmuş olmalı."dedi Fiona.
"Su geçirmez diye biliyordum." Mırıldandı James.
"Birisi buradan nasıl kurtulacağımıza dair bir şey biliyor mu?"dedi Franco.
Matt çocuğu sağsalim karaya aldıktan sonra ona cevap vermek istedi ama yapamadı.
"Tayfadan tek kurtulan kişi bu çocuk."dedi.
Geminin en son batan tarafı yolcuların olduğu kısımdı. Tayfadan bazı adamlar gemide ölürken bazıları suya atlayıp yüzerek kaçabileceklerini sanmışlardı. Sonuç ortadaydı.
"Sanmıyorum ama şansımızı deneyelim. Umarım deniz hakkında bir dahisindir küçük arkadaşım. Yoksa başka şeyler düşünmek bile istemem."dedi Franco.
"Rezalet. Konumumuzu bile bilmiyoruz."diye mırıldandı Fiona.
"Burası… neresi?"dedi çocuk.
Terk edilmiş bir ada şehri olmalıydı. Yıkık dökük eski binalar vardı. Beyaz ama yosun tutmuş kırıklara sahip sütunlar vardı. Devrilmiş bir tapınağa da benziyordu. Çok ıssız ve terk edilmişti. Yaşayan hiçbir şey ya da eski eşya görünmüyordu. Tahminde bulunmak bile zordu.
"Kahretsin. Şimdi tek şansımız bir geminin geçmesi. Üstelik kayıp olduk. Umarım Korsan gemisi falan geçmez."dedi Franco pes edip yere otururken. Beyaz kumlar sandığı gibi kavurucu değildi. Onları avucuna alıp elinden su gibi akıttı.
"Her zaman umutsuz vaka mıydın? Başarının yolu umuttur. Şimdi buradan kurtulmak isteyen herkes benimle bu adayı gezsin ve bir yol arayalım."dedi Matt.
"Yalnız gitseniz olmaz mı? Ben daha kurumadım."dedi Fiona.
Franco, bu gidişle işlerinin daha zor olduğunu düşünüp göz devirdi. James de eşini yalnız bırakamayacağı için keşif gezisi iptal oldu.
"Ama böyle olmaz! Bir şeyler yapmalıyız."dedi Matt.
"Evet, mesela yemek yemeliyiz. Atıştırmalıklarım kayboldu ve burada yiyecek bir şey bulur muyuz acaba?"
Fiona, içinde bulundukları durum için fazla manidar davranıyordu.
"Belki kocanla gidip yemek arayabilirsiniz!"diye dişlerini gıcırdatarak konuştu Matt.
Kuruyunca gitmek için anlaştılar ve Matt buna da sinirlenip sessiz kaldı. En sonunda çocukla beraber gezmeye karar verdiler. İkisi yavaş adımlarla adayı keşfetmeye başladı. Adanın orta kısmında sadece yıkılmış mimariler varken kenar kısmında yeşillik ve ağaçlar vardı. Oraya doğru gidip meyve ağacı bulmayı umdular. En sonunda maki gibi bir bitkideki küçük meyvelerin tadına bakmışlardı. Güzel tatları vardı. Onlardan biraz yedikten sonra yürümeye devam ettiler. Adanın arka tarafını gezerken bir tekeri kırılmış el arabası gördüler.
"Neden deniz kıyısına el arabası terk ederler ki?" diye düşünürken çocuk ona daha mantıklı bir soru ekleyecekti. "Neden deniz kıyısının tabanını mermerle kaplarlar ki?"
Matt merakla çocuğun baktığı yere baktı. Kafalarında soru işaretleriyle oraya yürüdüler. En sonunda geldiklerinde bu mermerin denizin içine doğru devam ettiğini gördüler. Su mermerin üstüne gelgit yaparak adaya kadar sıçrayabiliyordu. Denize doğru ilerlemek istediklerinde tabanlarının kaydığını fark ettiler. "Sen geride kal çocuk. Yaralanmanı istemem."
"Tamam ama sen de çok uzaklaşma Matt."dedi onu karada bekleyen çocuk.
Matt adımlarını sağlam basmaya özen göstererek ilerledi. Suyun arınık olduğu yere kadar görebilmişti. Bu merdiven denizin altına iniyordu. Dizine kadar tekrar ıslanmışken tüm bedenini ıslatmayı göze almayı düşündü.
"Beni biraz daha bekle çocuk! Ceketim sana emanet."dedi ve çıkardığı ceketi karaya doğru fırlattı. Çocuk endişeli ve şaşkındı.
Matt, merakına yenik düşecekti.
"Bence gitme Matt!"diye bağırdı arkadan çocuk.
"Birinin bu denizin altını keşfetmesi lazım çocuk!"dedi Matt. Sonra kendi kendine mırıldandı. "İçimizden bunu yapabilecek tek ben varım."
Merdivenden inmeye devam etti. İndikçe ıslandı, daha da alçaldı. En son derin bir nefes alıp başını da suyun altına soktu. Gözlerini açtığında aslında yüzeyde karanlık görünse de denizin altındaki ortamın görmesine yeteceği kadar aydınlık olduğunu gördü. Etrafına bakındı. İndiği merdiven kıyıya inen bir merdivendi. Çünkü daha ilerde kıyıdaki kazıklara sabitlenmiş kayıklar vardı. Bu nasıl mı mümkün olabiliyordu? Bu bir terk edilmiş ada şehri değildi. Bu batmış bir ada şehriydi. Tek bir canlı izi bile kalmamış ölü, ruhsuz bir şehir. Yıkık dökük, terk edilmiş bir mezarlıktan farksızdı.
Evet, tıpkı yunan tarihi yapıtlarına benzer taş sütunlar vardı ve onlar da parçalanmıştı. Büyük bir kısmı suyun altında kalmıştı. O halde buraya su altında kalmış bir medeniyet mezarlığı demek yanlış olmayacaktı.
Denizin kıyı çizgisi de hâliyle ilerlemiş ve merdiveni dâhi aşmıştı. Şimdi o ilerdeki, kazığa bağlı olduğu için yüzeye çıkamayan ama suda süzülen kayıklara kadar yüzüp yüzemeyeceğini düşündü. Yüzeye doğru yüzüp merdivene oturdu. Başını sudan çıkarıp soluklandı.
"Matt! Çok korktum!" dedi ağlayan çocuk. Şu kısacık sürede bile çocuğun yüreğine indirdiği için üzüldü. "Endişelenme küçük! Kayık buldum. Onları getireceğim ve buradan kendi kendimize kurtulacağız."
Sonra pantolon cebini yokladı. Neyseki çakısı yanındaydı. Derin bir nefes alıp suya tekrar girdi. Kayıklara doğru yüzerken aklında tek bir plan vardı. O halatları kesip kayıkları serbest bırakmadan dönmeyecekti.
***
İki tane kayık kurtardıktan sonra onları kıyıya kadar sürüklemeyi başarmıştı ama burdan sonra adanın diğer tarafına nasıl götüreceğini düşünmek için biraz dinlenmesi gerekiyordu. Çünkü kayıkları bulmuştu ama kürek bulamamıştı. Adadan taşıyacak olsa tek başına dayanamazdı. Denizden gitmeliydi ama kürek yoktu. Çocuk adanın diğer tarafına gidip haber vermeyi teklif etti. Matt, küçücük çocuğu tek başına göndermek istemedi. Yeterince dinlendiğini düşünüp beraber yürüdüler. Kayıkları kuma çektiği için denizde sürüklenmeyeceklerine emindi.
Diğerlerinin yanına döndüklerinde gerçekten yerlerinden ayrılmamış olmalarına biraz sinirlenmişti. Kimsenin kurtulmak için çabası yok muydu yani?
Sonra yaklaştıkça bir şeyle ilgilenmekte olduklarını gördü. Bir fıçı bulmuş ve onu açmaya çalışıyorlardı.
"Siz ne yapıyorsunuz?"dediğinde aslında boş fıçıyla ilgilendiğini gördü Franco'nun.
"Bu fıçı ile tayfadan yaşlı bir eleman kurtulmuş."
"Evet. O olmasaydı hayatta kalamazdım."diyen yaşlı bir adamdı. Tayfadan biriydi ama pek konuştuğunu duymamışlardı.
"Yani o da mı buraya sürüklendi?"dedi Matt.
"Yaşayacağım günler varmış."dedi adam.
Sonra heyecanla güldü. "Hey küçük! Sen de mi yaşıyorsun." Çocuk koşup ona sarılmıştı. Anlaşılan tayfada sevdiği bir insan varmış.
"Sen neden?"diyen Franco Matt'ın vaziyetine bakıyordu.
"İki tane kayık buldum. Buradan gidebiliriz. Ama kürek bulamadım."dedi.
"Kürekleri hallederiz."dedi kazazede miço.
"Evet Craps çok yeteneklidir."dedi çocuk.
"Bir şey daha var."dediğinde Matt'ı sessizlik ve merak içinde dinlediler. "Burası batık bir şehir."
‘’Bir şehirden fazlası olmalı Matt. Sen gittikten sonra şu harabelere çok yaklaşmadan bakmaya çalıştım ve yükseltide bir taht olduğuna eminim. Çok büyüktü. Bence burada eskiden bir krallık vardı. Onlara ne olduğunu bilmesem de…’’ Konuşan Franco idi.
‘’Bunu bize neden söylemedin?’’diyen James’i görmezden geldiler.
‘’Krallıksa eğer hazineleri kalmış olmalıdır.’’diyen yaşlı miço fazla şüphe çekmişti. Sessizlik oluştu.
"Neyse ne… nasıl kurtuluyoruz?"dedi Fiona. Fiona’yı da tıpkı kocasını görmezden geldikleri gibi duymadılar.
"Dur dur dur…"dedi Franco. "Bu sonuca da nasıl vardın?" Craps’tan bahsediyordu.
"Sadece bir tahmin."dedi yaşlı miço.
"Neden bir balıkçı miçosu böyle bir şeyi tahmin eder ki?"diyen de James idi.
"Tamam. Bakmayın bana öyle. Şakaydı."
"Değildi."dedi Franco.
"Tamam, eskiden korsanlarla ufak bir bağlantım olmuştu. Böyle efsaneleri dillerinden düşürmüyorlardı."
"Çok güzel, aramızda eski korsan varmış."dedi James.
"Korsan değilim. Her neyse. Bizi şu kayıklara getir de bir bakalım. Çürük değillerse onlara bir yelken ayarlayabilirim. Böylece kürekten tasarruf ederiz.’’
‘’ Craps en iyisidir.’’ dedi çocuk coşkuyla.
‘’Fıçıda kurtulmuş birisi için fazla rahat değil mi?’’ dedi arkasından James.
‘’Duydum seni genç adam. Ayrıca buradan kurtulmak için burayı keşfetmeye hazır olmalısın. Beynin beni anlamaya yetiyor mu? Çünkü kurtulmak için senden fazla çabalıyorum.’’
‘’Anladım.’’diye mırıldandı James. Sonra içinden geçirdi. Burada hazine varsa onu sadece bu yaşlı adama bırakmayacaktı. Eğer bu gizemli adayı keşfetmek için hevesli görünmesi gerekiyorsa da öyle olacaktı. Hem diğer adamların içinden neler geçtiğini de bilemezdi… Onlar da keşfetmek istiyor gibi görünüyordu. Peki gerçekten öyle miydi?
Okuduğunuz için teşekkürler!
Ziyaretçilerimize Reklam göstererek Inkspired'ı ücretsiz tutabiliriz. Lütfen Reklam Engelleyici'yi beyaz listeye ekleyerek veya devre dışı bırakarak bize destek olun.
Bunu yaptıktan sonra, Inkspired'ı normal şekilde kullanmaya devam etmek için lütfen web sitesini yeniden yükleyin.