4
6.2k GÖRÜNTÜLEME
Devam etmekte - Yeni bölüm Her Pazartesi
okuma zamanı
AA Paylaş

1.1


Ağır göz kapaklarını oynattı. Vücudu istemsizce kasıldı. Baştan aşağı tüm vücuduna tanımlayamadığı bir acı dalgası yayılmıştı. Boğazından hırıltılı bir inilti çıktı. Acısı daha da yoğunlaşmıştı. İçine öyle bir korku sindi ki: herhangi bir kasını oynatırsa, o ağrılar geri gelecekmiş gibiydi. O yüzden kıpırdamadan yattı. Tekrar morfin dünyasında kaybolması uzun sürmedi.


Kırk gün sonra...


Gözlerini tekrar açtı ve kapattı. Hayal meyal bunu bir acının izleyeceğini anımsadı. Acı yoktu; sadece uyuşukluk vardı. Tüm vücudunda bir karıncalanma misafir olup geçti. Bir müddet daha sancı ve ağrının gelmesini bekledi, gelmedi... Tereddütle gözlerini yavaşça araladı. Beyaz tavan ve bu tanıdık koku. "Hastane kokusu" dedi içinden bir ses. "Serumlardan yayılan B vitamini kokusu..." bunu nereden biliyordu? Doktor muydu? Hemşire de olabilirdi...
"Serum" sözcüğü eline bakmasına neden oldu. Kolundan seruma uzanan kabloyu takip etti. Kalp atış hızı izleme cihazını gördü. "Bradikardi," dedi o ses. Bu kelimenin anlamını da biliyordu. Kalbi yavaş atıyordu. "Kesin doktorum!" derken kendi kendini ikna etmiş gibiydi.


Kapı açıldı. Eli cebinde hemşire girdi odaya. Hastanın ona baktığını görünce dona kaldı. İki üç saniye süren anlamsız bakışlardan sonra koşarak odayı terk etti. Tekrar yalnız kalan hasta, kayıtsız bakışlarla tavanı incelemeye devam etti.
Az sonra odaya beyaz ve yeşil önlüklü kişiler doluşmaya başladı. Onlar kendi aralarında konuştukça hasta kendi içine gömüldü. Sanki yapılan muayenelere özellikle tepki vermek istemiyor gibiydi. Aklına takılan tek soru vardı: "Kimim?" daha sonra diğer sorular eklendi: "Neden hastanedeyim? Hasta mıyım? Hastaysam hastalığım ne?"


Herhangi tepki göstermeyen hastayı, gerekli muayeneden sonra terk ettiler ve o tekrar yalnız kaldı. Sarıp sarmalayan yalnızlık ona sakinleştirici gibi gelmişti. Göz kapakları ağırlaştı ve hiçliğin kucağına bıraktı kendini...


Üç gün sonra...
Hastayı dün farklı odaya almışlardı. Daha doğrusu yoğun bakım ünitelerinde yer alan odadan alıp, normal servis odasına sokmuşlardı. Hasta kimseyle konuşmuyor, hemşirenin açık bıraktığı televizyonu izliyordu.


Anladığı kadarıyla Polonya'da bir yerlerde olmalıydı. Çünkü televizyondaki haber sunucusu ve hastane çalışanları Lehçe konuşuyordu ve o bu dili anlıyordu. Bir doktor ise, Latinceyi de bilmesi gerekmiyor muydu? Doktor olduğundan da tam emin değildi ya. Aklına geçmişini unutan süper ajan kahramanlar geldi. İçini dinledi, hiç öyle süper ajan gibi falan hissetmiyordu. Gerçi büyük bir boşluk haricinde bir şey hissettiği de yoktu.


Kapı aralandı. Rutin hemşire yoklamasını beklerken, içeriye kısa boylu, mavi gözlü, orta yaşlarında bir beyefendi girdi. Gülümseyen bakışlarla yatağa yaklaşarak misafir sandalyelerinin birine ilişti.
"Merhaba, ben Doktor Pawel Marzec. Sizinle özel olarak ilgileniyorum," duraksadı, "bugün kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" diye soruyla devam etti sözüne.
"Kendi adımı bilmezken, başkasının adıyla ne yapacağımı düşünüyorum," diye tersledi doktoru. Kendi sesini ilk defa duymuştu. Kısık olmasına rağmen çocuksu çıkmıştı sesi. Yoksa çocuk muydu? Kendini daha yaşlı hissediyor olması bir aldatmaca mıydı? Hayır, fiziksel olarak dinç ve genç hissediyor olabilirdi. Fakat ruhani hali yorgun ve bitkin idi.
Aniden doktora dönerek, "Ayna," dedi.
Gülümseyen doktorun tek kaşı hafiften havaya kalktı, "Ayna?" diye tekrarladı.
Bu sefer emin bir tavırla: "Evet, ayna!" dedi.
Belirli belirsiz, "Tamam," diyerek yatak başında bulunan düğmeye bastı doktor. Tekrar doğrulduğunda yüzündeki gülümseme geri geldi. " Yüzünü hatırlamıyor musun?" diye sordu.
Hasta mahcup bir ifadeyle, " Hayır, hatırlamıyorum." dedi. " Bu anormal mi?"
"Karşılaşmış olduğunuz duruma göre gayet normal bir davranış. Hatta çevreyle iletişiminiz yeniden kurulduğuna göre başarılı olduğumuzu düşünüyorum."
Kapı açıldı ve içeriye koyu yeşil önlüklü bayan girdi.
"Bayan Magda, rica etsem bize ayna getirebilir misiniz?"
"Ayna?" bayan ilginç istek karşısında afalladı, sonra toparlanarak, "Makyaj aynası olur mu?" diye sordu. Doktor hastaya baktı, ilginç hasta başıyla onayladı.
"Olur." Doktordan olumlu yanıt alan hemşire hemen odayı terk etti.
Sakin tavırlı adam dizlerinin üzerine koyduğu dosyayı açarak sessizce inceledi. Adeta ilk defa okuyormuş gibi davranıyordu. Bu, hastanın gözünden kaçmamıştı. O yüzden boğazını temizleyerek, "Bay Doktor, aynasız da konuşabiliyorum," dedi.
Dosyayı inceleyen Pawel kaşları altından hastasına baktı, dudaklarında gülümseme belirdi. "İlk önce aynaya bakacağınızı düşünmüştüm. Madem konuşmaya hazırsınız," parmaklarını birbirine geçirerek çenesini öne çıkardı. "Yıldırım çarpması nedir bilir misiniz?"
"Hayır, sadece aynı yere düşmediğini biliyorum."
"İlginç bir tespit," öksürerek güldü. Hasta ise bunun neresinin ilginç olduğunu anlayamadı. "Yıldırım çarpan insanların %90'ı hayatta kalmayı başarıyor. Tabii bu duruma göre değişir: doğrudan çarpma, yandan çarpma ve topraktan insan vücuduna geçme. Tek tek her birini açıklayacak bilgiye sahip değilim, o yüzden bu konuyu uzatmadan, hangisine maruz kaldığınızı söyleyeyim." Söylenecekler, gizemli bir bilgiymiş gibi duraksadı ve karşısındaki hastanın tepkisini bekledi. Beklentisi boşa çıkınca yüzünü buruşturdu, çünkü hasta aynı önemsiz bakışlarla dinliyordu.
"Doktor, isminizi hatırlamadığınızı belirtiniz, bu doğru mudur?" doktor iç cebinden kalem çıkarttı.
"Hiçbir anımı hatırlamıyorum..." kaşlarını çatarak doktora baktı. Bu doktorun gözünden kaçmadı, hastanın hangi konulara tepki verdiğini çözmeye çalışıyordu.
Hasta konuşmasına devam etti: "Kimim? Kaç yaşındayım? Yani gözümü açtığım andan öncesi sanki silinmiş gibi."
"Yıldırım çarpmasının yan etkilerinden biri de budur," diyerek kalemiyle dosyaya not aldı. "Hatta moralinizi bozulmasın diye size üç sene önce öne sürülmüş olan teoriyi açıklamak isterim. Yıldırım çarpmasının sebep olduğu hücre ölümü, beyni bir kerelik taşkına uğratıyor. Taşkının sebebi ise ölü hücrenin sinir taşıyıcılarının serbest kalması. Böylece nöronlar tekrar bağlanıyor ve beynin kazadan önce ulaşılamaz olan noktalarına ulaşılması sağlanıyor. Bu teoriye dayanarak bazı testler yapmak isteriz. Tabii bunun için sizin ve ailenizin onayı gerekli."
"Ailem? Ailem olduğunu bilmiyordum."
"Neden böyle bir düşünceye kapıldığınızı sorabilir miyim?"
"Utanç verici bir duruma düşmediğime göre benden vazgeçmemeleri lazım. Üç gündür bu odada yatıyorum, ziyaret etme şansını kullanmakta geciktiklerine göre, yok olduklarını varsaydım."
"Sizce, ne gibi utanç verici bir durum ailenizi, ziyaret etmekten uzak tutabilir?"
"Hımmm... Mesela: banka soyarken yaralanmak diyelim. Aklımdan geçen tüm fantezileri saymak istemiyorum."
Buna Doktor sırıttı.
"Aileniz beş aydır sizi sürekli ziyaret ediyor. İçiniz rahat olsun. Tüm testleri tamamlamadan ailenizle görüşmenin yanlış olacağına karar verdik." Kaşlarını çatan hastayı gören doktor sakinleştirmek ister gibi ekledi, "Yanlış anlamayın. Tüm hasarları tespit etmeden sizi savunmasız bırakmak istemedik. Hem, amnezi sonucunda ne kadarını hatırlayıp hatırlamadığınızı tespit etmeden önce, ailenizden gelen kontrolsüz bilgi, denge bozukluğuna neden olabilir. Elmayı tek seferde yutmak yerine küçük ısırıklarla yemek daha doğrudur, değil mi?" Hastanın baş sallayışını gören doktor aynı telden çalmaya devam etti. "İşte bu yüzden bazı testler yapmak zorundayız."
"Sizce hemşirelerin çoğunluğu bayan olan bir binada, ayna bulunması bu kadar zor mudur?"
Doktor istemsizce güldü. Elini tekrar düğmeye götürerek bastı. Yaklaşık on saniye sonra kapı açıldı ve içeriye siyah pudra kutusuyla hemşire girdi. Yuvarlak kutuyu doktora uzattı ve hiçbir şey söylemeden çekildi. Bay Pawel kutuyu sıcakkanlı bir gülümsemeyle hastaya uzattı.
Elinde tutuğu kutuya bir müddet baktıktan sonra, derin nefes alarak aniden açtı. Hastanın kaşları havaya kalktı. "Vou" diye haykırdı. Aynadan ona bakan çocuk suratlı kızı tanımıyordu. "En azından yaşlı ve çirkin değilim," diye mırıldandı.
"Yaşlı olduğunuzu düşündüren nedir?" hemen not almaya koyulan doktor sordu.
"Bilmem, öyle hissediyorum."
"Anlıyorum," dedi Pawel. "Madem kendinize bakma imkânı buldunuz, o zaman durumu daha açık hale getirelim. Oliwia Maria Werner, tam adınız. 15 yaşındasınız. Gieraltowice'de oturuyorsunuz. Bu bilgiler size bir şey ifade ediyor mu?"
"Evet, doktor olamayacağımı ifade ediyor."
Pawel kaşlarını tekrar yay gibi gerdi. "Doktor olmak mı isterdiniz?"
"Hayır, ne olmak istediğime karar vermedim." hasta tekrar ifadesiz bakışlarla duvarı süzdü.
"Anlıyorum," dedi doktor, oysa hiçbir şey anlamadığını ikisi de biliyordu. Dosyayı karıştırarak bir deste fotoğraf çıkardı. "Şu fotoğrafları incelemenizi isterim," desteyi uzatarak Oliwia'ya verdi. Uysal bir şekilde alarak en üsteki fotoğrafa baktı. Bu esnada doktor pür dikkat hastanın yüz ifadelerini inceliyordu. Kızın bakışları her fotoğrafın üzerinde en fazla on saniye kadar durdu, kâh kaşlarını çattı, kâh yüz buruşturdu, sonunda dayanamayarak "Kim bunlar?" diye sordu.
"Hım," diyerek tekrar not aldı doktor. "Ünlüler, sınıf arkadaşlarınız, aile fertleri..." sözcükleri tane tane seslendirerek vereceği tepkiyi ölçtü Pawel.
"Umarım şu pembe ceketli adam babam değildir." Fotoğrafların birinde göz kırpan ünlüden bahsediyordu.
"Atomic Kids müzik grubunun üyelerinden biri olduğunu söylesem."
"Çok saçma bir isim. Bir kere 'Kids' kelimesini kullanmış olmaları çok aptalca. Geleceğe yönelik değil, kariyerlerini bitirici bir yatırım."
"Neden öyle düşünüyorsunuz?"
"Sanırım grup birkaç ergen tarafından kurulmuş olmalı. Fotoğrafa bakılırsa ergenler yetişkin olmuş, en fazla beş sene sonra brüt erkeklere dönüşecekler. Bu durumda 'kids' sözcüğü çok absürt duracaktır."
"İlginç bir tespit," tekrar not almaya koyuldu doktor. Hasta ise omuz silkti. "Son bir test daha yapmama izin verir misiniz?"
"Reşit olmadığıma göre ailemden izin almanız gerekmiyor muydu? Hem bunun gerekli olduğunu siz öne sürmüştünüz." Alaycı bir gülümsemeyle baktı Oliwia doktora.
"Pardon, benim hatam. Bahsettiğim testler daha detaylı ve derin testler. Şu an yaptığımız sadece ön egzersizler." Bu yanıt karşılığında hasta yüzünü buruşturdu. Şimdiden bu testlerden sıkılmış olduğu aşikârdı.
"Biraz yorgunum Bay Pawel."
"Anlıyorum, müsaade ederseniz hemen bitireceğim." Tekrar elindeki dosyayı karıştırarak, rastgele sözcüklerin yazılı olduğu a4 kâğıdı çıkardı. "Buradaki kelimeleri okuyup aklınızda tutmaya çalışın."
Hasta şikâyetçi bir tavırla iki – üç saniye baktı kâğıda. "Tamamdır," dedi.
Pawel'in yüzünde şaşkınlık belirdi. Sonra başıyla onaylayarak kelimeleri sadece kendisi görebilecek şekilde tuttu kâğıdı.
"Aklınızda tutabildiğiniz kelimeleri tek tek sayar mısınız?"
"Sırayla mı, yoksa rastgele mi?" doktor tekrar şaşkın bir bakış attı hastasına.
"Sırayla olsun," dedi. Oliwia kâğıttan okur gibi kelimeleri tek tek söylemeye başladı. O söyledikçe Pawel'in gözleri büyüyordu.
"Şahane," diyebildi kelimeler bitince.
"Şahane olan nedir?"
"Fotoğrafik hafızanın ne olduğunu biliyor musunuz?"
"Görsel bellek veya diğer adıyla zihin gözünden mi bahsediyorsunuz?"
"Ooo, bunu biliyor olmanız çok garip."
"Hâlâ doktor olma ihtimalim çok yüksek," diyerek kendi düşüncelerine daldı Oliwia.
"He he, şimdiden bir hedefiniz olması çok güzel. Hafızanıza gelirsek, kanımca beyniniz oluşan boşlukları doldurmaya meyilli. O yüzden bir süpürge gibi tüm bilgileri yutmaya hazır."
"Gereksiz bilgiler de buna dâhil mi?"
"Bunu ayıklamak size kalmış bir şey küçük hanım." beyaz dişlerini sergilemek ister gibi sırıttı doktor. "Neyse bugünlük yeterli olduğunu düşünüyorum. Bir arzunuz veya özel isteğiniz var mıdır?"
Oliwia hiç düşünmeden"Ailemi görmek istiyorum,"dedi.
Doktor bu istek üzerinde düşünüyormuş gibi duraksadı. Sonra Oliwia'ya dönerek, "Tabii, ama önce onlarla benim görüşmem gerekli," dedi.
Oliwia iki gün boyunca çeşitli testlerle sınanmıştı. Kendini deney faresi gibi hissetmedi dersek yalan olurdu. Üstelik hâlâ ailesiyle görüşme imkânı bulamamıştı. Dolaysıyla yeni bir test için geldiklerinde, sert bir ifadeyle, "Ailemle görüşmeden sizinle iş birliği yapmayı reddediyorum!" diye tersledi. Odayı somurtkan suratla terk eden doktorlar onu bir süreliğine rahat bırakmışlardı. Fakat hâlâ ailesiyle görüşme muradına erişememişti. Dört duvar arasına sıkışıp kalan Oliwia zıvanadan çıkmak üzereydi. Dış dünyadan kopuk bir şekilde yaşamaya devam ederse yeniden komaya gireceğini bile ileri sürmeye başlamıştı kendi kendine. Uyanışından beri durgun ve sakin olan kız gitgide agresifleşiyordu. Konuşmaya gelen doktorları tersliyor, psikiyatristlerle konuşurken uysallaşıp sorununa çözüm bulmak yerine, farklı problemler yaratıyordu. Bu durumda testlerin devam etmesi söz konusu bile değildi. Sonunda, kızla uzlaşmak zorunda kaldılar.
Televizyon izleyen Oliwia, kapı açıldığında gelenleri terslemeye hazırlanmışken bir kadın endişeli bakışlarla içeri daldı. Oliwia'nın kadını incelemesi iki saniyesini almıştı. Kızıl saçlı, yeşil gözlü, orta yaşlarında biriydi işte. Kendisine benziyordu. "Umarım annemdir," diye geçirdi içinden.
Kadın koşarcasına yatağın başına gelerek Oliwia'ya sarıldı. "Kızım, bizi çok korkuttun." Daha fazla sarılarak konuşmadan hasret giderdi anne. Oliwia, aynı dalgayı yakalamaya çalıştıysa da olmadı. Annesine karşı hasret, sevgi, kan bağı, birlik, en azından zerre kadar elektriklenme hissetmiyordu. Oysa anne ağlıyor, kokluyor, bir şeyler mırıldanıyordu.
"Anılar olmadan sevgi, renksizleşir ve solarak kaybolur," diye geçirdi içinden. Düşündüklerini algılar algılamaz da bir şair olabileceğini varsaydı. Gerçi varsayımlar içinde şair olabilme ihtimali doktor olma ihtimalinden daha düşük görünüyordu. Duygusuzluğundan ötürü bu karara varmıştı.
"Tamam, anne," diyerek annesinin sırtını okşadı. Geri çekilen bayan çantasını karıştırarak bir peçete çıkardı ve yüzünü gözünü silmeye başladı.
"Özür dilerim," diyerek burnunu çekti. "Seni kaybedeceğim diye çok korktum. Ama geçti. Artık seni hiç bırakmayacağım." Annesinin dudaklarında sevinç dolu bir tebessüm belirmişti. Oliwia zoraki gülümsemeyle karşılık verdi. Sadece dudaklarıyla; gözü gülmüyordu. Zaten nasıl davranacağını da bilmiyordu. Saçma sapan mimikler yapıp duruyordu.
"Anne," dedi karasız bir sesle. "Beni buradan götürecek misin?"
"Elbette kızım," diye yanıtladı sevgi dolu anne. "Doktor Bey, son bir muayeneden sonra eve dönebileceğimizi söyledi. Sen, dedikleri testi yap, ben yarın öğlen elbiselerini getireceğim. Kendi ellerimle seni giydireceğim. Eve dönelim senin en sevdiğin keki yapacağım."
"Neden hemen şimdi eve dönmüyoruz ki? Hem artık hasta da değilim."
"Biliyorum. Biz evrak işlemlerini halletsene kadar bir gün daha dayanmalısın kızım." Kız gözlerini kısarak başını yana eğdi. Bir müddet böyle kaldıktan sonra yeni bir istekte bulundu:
"Bahçeye çıkmak istiyorum," dedi. Karşısındaki bayanın düşüncelerini toplamasına izin vermeden devam etti, "Dört duvar arasında sıkışıp kalmış durumdayım. Sıkıldım, biraz temiz hava almak istiyorum. Lütfen beni kırma anne!"
Oliwia'nın senaryonun dışına çıkan konuşmasından dolayı bir süreliğine ne yanıt vereceğini bilemeyen annesi kekeledi, kararsız bir şekilde, "Tamam kızım, hemen doktora sorup geliyorum," dedi.
" Teşekkürler anneciğim." Dedi Oliwia kinayeli gülümsemeyle.
Annesi olacak kadın, dışarıdan kapıyı kapatır kapatmaz pencerenin önüne geldi ve pencere camına parmaklarıyla dokundu. Sanki camın ardındaki dünyaya ulaşmak ister gibi. Nostaljik ayrılığıyla kavuşmayı düşlerken tekrar kapı açıldı. Kapıyı çalmak adetten değil olsa gerek gelen geçen olduğu gibi içeriye dalıyordu.
"Oliwia, hadi kızım bahçeye çıkalım," dedi geri dönen annesi. Hadi bitirelim şu işi der gibi tavır takınıyordu şimdide. Oliwia, olumsuz veya şüphelendirici bir tepki göstermeden annesine gülümsedi, "Tamam anneciğim," diyerek dolabına yöneldi.
Yaklaşık on beş dakika sonra hazırdı. Odadan çıkarak geniş koridorda ilerlediler. Danışma bankosunun önünden geçerlerken telefonla konuşan hemşireye baş selamı verdiler. Alt kata giden düğmeye basarak asansörün gelmesini beklediler. Oliwia yolculuk boyunca yangın çıkış levhalarını inceliyordu. Asansöre bindiler ve zemin kata indiler. Bir danışmayı daha geçerken hastanenin sarı pirinç harflerle yazılı adını okudu. Ana kapıdan çıkar çıkmaz Oliwia, gözlerini kısarak uzaklara baktı. Sonra hastaneyi çevreleyen duvarı şöyle bir taradı. Adeta yeni ortamı analiz ediyor gibiydi.
Yürümeye koyuldular. Taşlı patikadan ilerleyerek bankların olduğu bahçeye vardılar. Türlü şekiller verilmiş ağaç ve çiçeklerin üzerinden park yerine hızlı bir göz attı. Görünüşe bakılırsa ünlü bir hastaneydi. Park yeri hemen hemen doluydu.
Banka yaklaşınca başı dönmüş gibi yaparak yerinde sallandı. Elini alnına götürerek öylece durdu.
"İyi misin?" endişeli bakışlarıyla yüzüne yaklaştı annesi. Oliwia sadece başını salladı. Daha anlaşır olmak için, "Oturalım anne," dedi. Kadın kolundan tutarak kızının oturmasına yardımcı oldu. Kendisi de yanına oturdu. Kolunu bıraktığı an Oliwia yerinden fırladı. Böyle bir çevikliği beklemeyen kadının burnuna yumruğunu yapıştırdı. Hazırlıksız yakalanan kadın olayı kavrayamadan göğsüne tekmeyi yemişti bile. Bankın arkasına geçip saçından tutarak kadının başını geriye çekti. Şahdamarına sivri nesnenin ucunu bastırdı ve kulağına doğru eğildi.
"Arteriyelinde bir delik açarsam basınçtan dolayı kanın dışarıya fışkıracak. Yaklaşık beş dakika sonra ölürsün. Şimdi söyle seni kaltak, araban nerede?" diye tehditkâr bir sesle tısladı.
"Kızım neden böy..." yüzü gözü kan içinde olmasına rağmen hala rolünü yapmaya devam ettirdi kadın. Fakat Oliwia, "Gereksiz replikleri geçebilir miyiz? Annem olmadığını anlamam iki dakikamı aldı. Beni salak mı zannettin?" Diyerek sözünü kesti.
Kadının gözleri iri iri oldu. "Ama nasıl? Hiçbir şey hatırlamadığını söylediler. Hem, ben oyuncuyum. Anlamış olsaydın bilirdim." diye geveledi.
"İyi, Oscar ödülüne layık olduğumu anlamış olman beni sevindirdi. Gözlerin seni ele verdi. Hem o sinsi doktorun gösterdiği fotoğrafların arasında sen yoktun."
"Gözlerime ne olmuş?" Kadın oyalamak için konuşuyor gibiydi.
"Ağlarken lenslerin kaydı. Senin gözlerin kestane rengi. Şimdi tekrar soruyorum araban nerede?" elindeki nesneyi daha da bastırdı.
"Aracım yok ki."
" Gözlerini silmek için çantanda mendil ararken Citroen anahtarlık gördüm. Aptal numarası yapmayı bırak ve şu anahtarı ver!" Seçeneği kalmayan kadın alelacele elleriyle çantasını karıştırmaya başladı. Citroen amblemi olan anahtarı uzattı. Oliwia anahtarı kaptığı gibi, " Sakin yerinden kalkayım deme. Yoksa..." diyerek tehdit eden bir yüz ifadesi takınarak elini boğazına götürdü.
Citroen C3 model arabayı bulması uzun sürmedi. Zaten park alanında tek Citroen, kaçırılmakta olan arabaydı. Arabanın kapısının açık olması yetmezmiş gibi bir de farlar yanıyordu.
"Koduğumun sarışını," diyerek kapıyı açtı. Araba farlarını söndürmeyi bile unutmuştu sahte annesi. Farlar uzun süre açık kalmış olsa da tek seferde çalıştı araba. Şu ana kadar şansı yaver gittiği için tüm mitolojik tanrılarına teşekkürlerini iletmişti. Geriye tek sorun kalmıştı: araba kullanmayı biliyor muydu? Ne tesadüf biliyordu...
"Kesinlikle gizli ajanım," diyerek sırıttı. Vitesi geriye attı ve araba yerinden oynadı. Park alanını terk etmesi otuz saniyesini almıştı. Levhaları takip ederek ön kapıya yanaştı. Dikiz aynasında beyaz önlüklü kişilerin, arabanın peşinden koştuğunu görünce gaza yüklenerek güvenlik kapısını geçti. "Dur" levhasını görmezlikten gelerek ana caddeye çıktı. Arkadan gelen korna seslerine tırcılar gibi camdan, "Ne var?" çekerek yoluna devam etti. Şimdilik varış noktasının ne olduğunu kendisi de bilmiyordu. Tek amacı hastaneden uzaklaşmaktı. Ara sokakları saparak izini kaybettirmeyi uygun gördü. Paranoyak yanı onu iyice ele geçirmişti. Oysa ne kovalayanı ne de arayanı vardı...
Birkaç virajdan sonra "Policja" levhasını görünce binanın tam girişinde park ederek arabadan indi. Derin bir of çekerek bina girişinde bekledi. "Gerçekten bir ajan isem, derin devlet, polisi dinler mi? İstihbarat teşkilatı bin bir bahane uydurup polisin elinden beni çalarsa n'olacak?" Sonra birden kahkaha atmaya başladı. "Ne istihbaratı canım? Ben de çok yüksekten atıyorum." Bir daha güldü. On beş yaşında reşit olmayan bir kızın ajan olma ihtimali çok düşüktü. O yüzden hayallere kapılmasına hiç gerek yoktu. Gerekli olan tek şey yattığı hastaneyi şikâyet etmekti.

27 Haziran 2023 00:07 0 Rapor Yerleştirmek Hikayeyi takip edin
4
Sonraki bölümü okuyun 1.2a

Yorum yap

İleti!
Henüz yorum yok. Bir şeyler söyleyen ilk kişi ol!
~

Okumaktan zevk alıyor musun?

Hey! Hala var 3 bu hikayede kalan bölümler.
Okumaya devam etmek için lütfen kaydolun veya giriş yapın. Bedava!