-maalesef resimleri ekleyemiyorum
━━━━ ☂ ━
Hiç beklemedikleri bu göreve atandıklarından beri içinde rahatsız edici bir his vardı. Hayatı boyunca tetikte olmuştu, bu nedenle hislerine güvenirdi ama bunu diğerlerine nasıl anlatacağını bilemiyordu. Yüzündeki maskesi kimliğini korurken diğerleri de attığı düz bakışlardan bir şey anlayamıyordu. Normalmiş gibi davranmak şu an elindeki en iyi seçenekti, çünkü o bir hayvan değildi ve içgüdüleri yüzünden bir operasyonu iptal ettiremezdi.
Şimdi de bir çölün ortasında sıcak cephe hattına doğru uzun bir yola çıkmışlardı. İki araca bölünmüş ekibinde çaylaklar da bulunuyordu ve teğmen rütbesiyle komutanından sonra yetki ondaydı. Bu, kendisine emanet edilen can sayısının arttığı anlamına geliyordu. Tim içinde bile tek tabanca çalışmaya olan eğilimi omuzlarına bırakılan bu yükle beraber endişe vericiydi. Zaten kötü bir şey olacakmış gibi hissederken kriz anını yönetemezse ne yapabileceğini bilmiyordu. Kendi düşüncelerine gömülmesine rağmen dış dünyayla hâlâ bağlantılıydı, bir o kadar da rahat gözüküyordu.
"Camı kapat, camı!"
Arka koltuğunda emniyet kemerine rağmen yayılmış bir halde oturuyordu, ön taraftan gelen homurdanmayla hafif açık camı tamamen kapattı. Her ne kadar toz yüzünden camları kapatmaları gereksede klima yeterli gelmiyor, esinti için arada camı açıyorlardı. Toz onu rahatsız etmiyordu ama diğerleri için aynı şeyi söyleyemezdi. Tüm bu rahatsızlığa rağmen yanında oturup kıpraşmadan duramayan asker genişçe gülümsüyordu. Ekipleri başarılı ve özel bir timdi, bu nedenle personel ihtiyacı yüzünden time katılabilenler oldukça mutluydu.
"Teğmen Shade, maskeniz sizi rahatsız etmiyor mu?"
Buz mavisi gözleri yana kayarken askeri göz hapsine aldı. Yayıldığı için alttan üste doğru bakan gözlerini uzun sarı kirpikleri bile gölgeleyemiyordu. Kendi timi haricinde insanlara soğuk davrandığı için genelde böyle sorularla karşılaşmazdı, yine de bu asker gerçekten kıpır kıpır ve enerjikti. Küçük bir çocuğun enerjisi ve genç bir adamın rütbelisine olan merakı içinde harmanlanıyordu. Timin bu kadar belalı olaylara maruz kalacağından henüz habersizlerken bu alt üst ilişkisi rahatça yaşanıyordu.
"Hayır, maskeyi hiç çıkartmıyorum."
Verdiği kısa cevaptan sonra gözlerini yine çöle çevirdiğinde yan tarafından gelen şaşkın homurtuyu umursamadı. Oldukça uzun zamandır yüzünü gizliyordu, kaptanı hariç yüzünü gören yoktu. Kişisel olarak var olmayan bir askere ihtiyaçları vardı ve o asker kendisiydi. Owen "Shade" North dosyasında bile fotoğraf bulunmayan taktiksel bir askerdi.
Öğleden sonrayı biraz geçmişken arazi hakkında hiçbir bilgileri olmadığı için haritayı ellerinden bırakmıyor, yol hesabı yapıp duruyorlardı. Diğer araçla olan telsiz konuşmaları susmazken Owen bir kez daha ön koltuğa yapıştırdığı haritaya çarpı attı. Yolun yarısı bitmişti, gece yarısında cepheye varacaklardı ve bu nedenle yanlarında bolca ışık türü taşıyorlardı. Kaybolmak yerine stabil hızda ilerleyen araçta zaman fedası yaparlarken kronometreyi yeniden başlattılar. Parlayan güneş altın rengi kum tanelerinden sekiyor, zaten sıcak olan havayı daha da katlanılanaz hâle getiriyordu. Parlayan güneş altında yanmamak için hem kapalı giyinmişlerdi hem de araç camları filtreliydi. Bu, yanıklar için bir çözüm olsa da sıcak için iyi bir çözüm yolu değildi.
Derin bir nefes alıp başını geriye yaslamasının üstünden 15 dakika geçmişken araç aniden durdu. Aynadan gördüğü kadarıyla takip mesafesinden biraz daha uzakta diğer araç da durmuştu. Gözlerini kırpıştırıp açtığı camdan geriye baktı, tıpkı kendi arabalarının marşa bastıkları hâlde gitmediği gibi arkadaki araç da ilerlemiyordu. Komutanı ağzında bir küfür yuvarlarken telsizden de anlaşılmayan cızırtılar çıktı. Belli oluyordu ki tek bozulan şey araçları değildi. Akıllara ilk gelen şekilde telsiz önce sallandı, sonra da ellerine doğru birkaç kere hafifçe vuruldu. Cızırtılı sesde bir değişiklik olmayınca kulak tırmalıyıcı sesi duymamak için telsizi kapatmak zorunda kalmışlardı.
Owen'ın yanında oturan askerin sürekli gülen yüzü durgunlaşmışken komutanları çoktan araçtan inmiş, aynadan görüldüğü kadarıyla arabaya göz atıyordu. Seyir koltuğundaki arkadaşı Harold ise arkasına dönüp birkaç sakinleştirici söz söyledi. Hiç bilmedikleri topraklarda daha da bilinmeyen bir yerde yolda kalmaları herkesi germişti. Owen bu 15 dakikalık ilerlemeyi de haritada işaretledikten sonra çevresini kontrol etti. Problem yaşamamak için ya bir saatten kısa sürede araçları tamir etmelilerdi ya da en yakın yere sığınmalılardı. Çöl her anlamda tehlikeliydi ve kendileri düşman toprağındaydı. Kendisi de kapıyı açıp indiğinde botları kumda hafifçe batarken diğer araca ilerledi.
"Durum nedir, kaptan?"
Varmasına birkaç adım kala bu cümleyi kurmuş şimdi de açılan kaportaya bakıyordu. Bir problem görünmüyordu, bir problemi geç araçta sıfır olmayan parça bile yoktu. Üstelik iki aracın da aynı anda durması çevresel bir faktörü akla getiriyordu. Komutanı kısa sakalını kaşırken gözleri çevreyi tarıyordu. Bu sırada Owen da esen rüzgarın gözüne kum sokmasını engellemek için aracı kendisine kalkan yaptı. Komutanı güneş gözlükleriyle sonu görünmeyen çöle bakarken Owen'ın gözlüğü arabada kalmıştı.
"Araçlarda bir problem yok, manyetik alana girmiş olabiliriz. Telsizler de çalışmıyor, pusula bozuk."
Bunun üzerine Owen araçları tamir etme ihtimalini aklından sildi. Komutanının elinde sallayarak gösterdiği gibi pusula da düzgün çalışmıyor, sürekli dönüyordu. Bu belirsiz, gelip geçici bir durum da olabilirdi çünkü çölde manyetik alan olsaydı muhakkak önden bilgileri olurdu. Beklenmedik bir baskın yapmak için çölün içinden geçseler bile gidecekleri rota önceden onlara verilmişti. Doğal olarak bu, öncü bir ekibin daha önce bu rotayı oluşturduğu anlamına gelirdi. Kaportayı yeniden kapatırlarken Owen hafifçe kaşlarını çattı, kafasında tüm ihtimaller biterken yine konuştu.
"En yakın yerleşim yerine gidip geceyi geçirmeliyiz. Çölün ortasında arabada geçireceğimiz gece bizi sıkıntıya sokabilir. Ertesi gün yeniden gelip eşyaların tamamını alırız, arabalar hâlâ çalışmıyorsa yürüyerek cepheye varırız. Varış tarihi üç gün kadar gecikebilir."
Monoton bir şekilde kurduğu cümlelere komutan da başını salladı. Bu tarz durumlarda hayatta kalmak için eğitim görmüşlerdi, yine de yanlarındaki çaylaklar timi diken üstünde tutuyordu. 8 kişiden 3'ünün çaylak olması büyük bir orandı. Daha göreve başlamadan çıkacak bir aksilik çaylakların kolayca demoralize olmasına neden olurdu. Komutanı da bu nedenle olayı büyütmek yerine çözüm odaklı olmayı seçmişti, verdiği emir de çözüme yönelikti.
"Yerleşim yerlerini kontrol edelim, en iyi ihtimali haritadan seçmeliyiz."
Owen dışarıda beklerken takipte olan arabanın içindeki askerler de kapılarını açmış komutanı dinliyordu. Verilen emirle askerler başını salladığında Owen kendi işaretlediği haritayı almak için döndü, arkasından gelen eşyaların toparlanma sesini duyabiliyordu. Sabitlediği haritayı ve kırmızı kalemini alırken hâlâ araçta oturan iki askere, bunlar Harold ve güler yüzlü Ivan oluyordu, eliyle toparlanma işareti verdi. Yanlarında bolca ışık ve erzak olması büyük bir şanstı, buna güvenerek Owen içindeki hissi bastırmaya çalıştı. Tekrardan döndüğü aracın kaputuna serilen haritada bulunan pek çok kırmızı çarpının oluşturduğu çizgi, onun yakın zamanda güvende olacağını gösteriyordu ve umduğu şey de buydu.
Pusulayı haritanın bir ucuna koyduklarında fırıldak gibi dönen pusulayı es geçtiler. Haritanın uçmamasını sağladıklarında yakınlarda sadece üç yerleşim alanı vardı ve iki tanesine karanlık çökmeden varamazlardı. Owen derin bir nefes alırken kafasını sağa doğru yatırdı, nereden edindiğini bilmediği alışkanlığı duruma göre sakin ya da oldukça ürkütücü görünebilirdi. Şu an ise sadece düşünceli görünüyordu. Kendi dillerine çevrilmiş haritada incelenecek çok fazla şey de yoktu.
Bir adım daha yaklaşıp komutanının elini koyduğu yere baktı. Parmak ile işaret edilen yer şimdi başlarlarsa akşam vakti varabilecekleri bir konumdu. Raven köyü gece karanlığına kalmadan gidebilecekleri tek yerdi. Marten ve Hedwig köyleri hemen hemen aynı büyüklükte olsa bile konum olarak dezavantajlıydılar. Dürbünle tepeleri inceleyebildikleri kadarıyla Raven köyünün rotası da diğer yerlerin aksine o kadar engebeli değildi. Enerjilerini korumak için daha iyi bir seçenekti.
"Eşyalar hazırsa geceyi burada geçirmek için yola çıkacağız. Bir önerisi veya itirazı olan var mı?"
Komutanı sorudan sonra tek tek herkesin gözüne bakarken Owen'ın üstünde oyalandı. En güvendiği askeriydi ve aksi bir durumda kendisine destek olacağını biliyordu, Owen'ın gözlerinde bir itiraz göremeyince haritayı kaportanın üstünden kaldırdı. Yer yön bilgilerini yine Owen ve Drake'e bırakıyorlardı. Drake rulo yapılmış haritayı eline alırken Owen yerden bir çanta kapıp köyün yönüne doğru adımlamaya başladı. Owen'ın önünden yürüyen Drake güneşlenmeyi sevmesi sebebiyle esmer teni ve parlak sarı saçlarıyla bir tezat oluşturuyor, zaman zaman makaracı kişiliğini konuştururken yeri gelince ciddi oluyordu. Eğer ciddi yanıkların oluşmayacağını bilseydi bu çölde bile kısa kollu giyip güneşlenmek isteyebilirdi. Onlar yürüdükçe sıcak yavaş yavaş yerini serinliğe bırakırken Owen şimdilik iyi hissetmeye odaklandı.
──── ⋆ ─
Gece karanlığına kalmamak için dinlenmeden yürüdükleri köy pek çok açıdan bekledikleri gibi değildi. Raven köyü terk edilmiş bir köydü. Terk edilen bir yerden bekleneceği gibi harabeler bulunurken aynı zamanda boşaltılmasının üstünden hiç seneler geçmiş gibi durmayan evler de bulunuyordu. Owen ortamın sert bir şekilde zıtlaşması sonucu emin olmak için harita üstünden iki kere daha hesaplama yapmıştı ama evet, doğru yerdelerdi. Rastgele yerlerde neden bulunduğunu anlamadıkları zincirler duvarlardan sallanıyor, paslanmak ile paslanmamak arasında gidip geliyor gibi duruyordu. Yer yer küçük beyaz çiçekler de kuru toprağın arasında hayatta kalmaya çalışıyordu.
Evlerin arasında mesafeler bulunuyor, karanlık köşeler bolca göze çarpıyordu. Gökyüzüne doğru uzun ve yüksek bir yapıyı minare gölgesine benzettiler ancak aynı zamanda çevreye haçlar da asılmıştı. Köyün yüksek, tepe noktasında ise dürbünle gördükleri bir kilise de vardı. Coğrafya için bunu garip bulsalar da sorgulamadılar, onları ilgilendiren şey daha çok köyün haritasıydı. Kendi kendine dönen köyde eski banka ve polis binası bulunuyordu. Tabii bu binalar hem küçük hem de tahta döşemeli olduğu için son derece harap haldeydi. Mekansal planlama olarak oralarda konaklamak daha güvenli olurdu ancak tahrip düzeylerine bakılınca sıradan bir ev daha iyi bir seçenekti.
Owen hem sakin hem de gerici atmosfere rağmen en baştan beyaz bayrak çekmek istemiyordu. Boynunu sertçe çıtlatıp gözlerini kırpıştırdıktan sonra son kez hızlıca etrafı inceledi, hemen ardından seçtikleri geniş eve girdi. Tamamen boş olan odaya çok göz gezdirmesine gerek kalmamıştı. İçinde hiçbir eşya bulunmazken duvarlar deforme olmuş, rüzgarın etkisiyle kumlu bir görünüm kazanmıştı. Bir pencere veya ışık tesisatının bulunmaması ise yine garipti. Tavanının yüksek olması gibi zemin de yerden birkaç merdivenle çıkmalarını gerektirecek şekilde yüksekti. Birkaç basamaklı merdivenin yanında beton, blok şeklindeki korkulukların bir tarafı yıkılmıştı.
Hava soğukluğunu hissettirmeye başlamışken Owen hızlıca sırt çantasını istiflenen köşeye bıraktı. Birazdan çalı çırpı toplamak ve gözcülere bir mevzi belirlemek için yeniden çevreye dağılacaklardı. Owen'ın gözleri sürekli çaylaklarda dolaşırken hem korktuklarını hem de heyecanlandıklarını görebiliyordu. Dürüst olması gerekirse o da aynı durumdaydı, sadece belli etmiyordu. Bilmediği yerlerde riskli eylemlerde bulunmaktan hoşlanmazdı ve bu gece bunu yapmak zorundalardı.
Dışarıya bir kez daha çıktıklarında tüm telsizlerin çalıştığından emin olup ayrıldılar. Komutanı ve iki asker etrafı kolaçan edip mevzi ararken iki asker çalı çırpı toplayacaktı, Owen ve geriye kalanlar ise yerleştikleri evin çevresini emniyette tutuyordu. Karanlık çökmüşken üstlerinde taşıdıkları fenerler ve neon ışık çubukları bir insan tarafından hayatları riske girmeyecek kadar iyi bir aydınlatmaya sahipti. Ancak yavaş yavaş karanlığın çökmesiyle herkesin içinde bir ürperti baş gösterdi. Bazıları geçiştirip soğuktan olduğunu düşünürken çoğunluk neler olduğunu fark etmeye başlamıştı ve Owen sabahtan beri hissettiği şeyin başladığını anlamıştı.
Owen kapının önündeki merdivenlerin kenarına yapılan yüksek beton çıkıntının üstünde oturuyor, boğazındaki künye ile oynayarak etrafı izliyordu. Yaptığı hareket istem dışıydı, sanki iyi dileklerini işliyor gibiydi. Bir süre sakince etrafı izledi, rahatsızlığının kaynağını bulmaya çalışıyordu. Hafif eğik duruşuyla bir şeyler düşündüğü belli oluyordu. Bu sırada çalı çırpı toplamaya giden iki askerden titrek bir ses telsizlerde duyuldu.
"Komutanım burada bir şeyler var. Gölge gibi tam göremedik, huzursuz hissediyoru-"
Konuşmanın devamına engel olan şey ise nefes tekletecek garip bir kıkırtı ve kanında boğulan bir insan sesiydi. Owen anında elinde bulunan ışık çubuğunu atarak kendini yere kaydırdı, sırtını çıkıntının ardındaki duvara yaslamıştı. Merdivenlerin orada, hemen kapı ağzının önünde duruyordu. Yanında bulunan Harold ve henüz konuşmaya fırsatının olmadığı bir çaylak da şoktan sıyrıldığında onu taklit ederek sırtını evin duvarına yasladı ancak onlar daha açıkta kalıyordu. Harold'un ciddileşen yüzünü görebiliyordu, o tüfeğini kaldırmışken Owen da tabancasına mermiyi sürüp mevzilendi. Gözleri bahsedilen şeyi yakalamak için hızla çevrede dolanırken elindeki telsize de bir o kadar hızla konuştu.
"Kaptan neredesiniz? İki askerimizin öldüğünü düşünüyorum birleşmek için emir verin. Ne yapalım?"
Sert sesine rağmen herhangi bir cevap almazken nefesinin hızlandığını hissedebiliyordu. Adrenalin hızla vücudunda birikiyor, koşullara adapte olmak için veri toplamaya çalışıyordu. Eli silahını ezer gibi kavrarken birkaç saniye sonra duyduğu sesle kendisini geriye bastırıp silahını evin yan tarafına, daha önce timin gitti yöne doğrulttu. Hırçın gözleri hedef beklerken tetiği çekmesine engel olan şey evin yanından çaylak asker Ivan'ın derin nefeslerle kendini yere atması ve ardından komutanıyla Drake'in gelmesi oldu. Herkesin vücudunda adrenalin kol gezerken etraf ışık doluydu. Owen hızlıca çıkıntının arkasından çıkıp yerdeki askeri tutarak evin kapısına doğru çekti. Komutanının çatılmış kaşları büyük bir problemleri olduğunu haykırıyordu.
"Telsizler çalışmıyor, buradan çıkmalıyız."
Yine hızlı nefeslerle kurulan cümleler Owen'ın tüylerini diken diken etti. Az önce çalışan telsizler şimdi tekrar bozulmuş, kimin tarafından çıkartıldığı belli olmayan bir kıkırtı resmen ölümden zevk almıştı. Daha tanımlayamadıkları bir şeyin ortasında yürümek onun vücudunda bir elektriklenmeye neden olmuştu. Yine de kafasında tarttığında ayrılmayı denememeleri için hiçbir neden yoktu, eğer bir baskın yemişlerse ellerindeki imkanlara bakılırsa uzaklaşmak tek seçenekti. Arabada şen şakrak olan çaylak askerin yüzünden tereddütü okunabiliyordu, Owen omzuna sertçe vurduğunda irkilerek ona baktı.
"Toparlan çaylak, ne düşünüyorsan buradan çıkınca tekrar düşünürsün!"
Owen daha bir saat önce bıraktığı çantayı yeniden alırken yeni bir neon çubuğu kırdı. Altı kişi hızlı adımlarla ilerlerken önde komutanları, onun hemen ardında Owen, en arkada ise Drake ilerliyordu. Atılan çubuklar bazılarının gözlerini yumup dua etmesine sebep olmuştu, Owen ve Drake ise ilerlerken etrafı kolaçan etmekle yükümlüydü. Kulaklarda yer edinen garip kıkırtılar ve insan silüetlerine rağmen çarpık sırıtmalara sahip gölgeler akıl oynattıracak cinstendi. Siyah gölgeler hem cismaniydi hem de değildi. Formları değişiyor, bazen bir şeylerin içinden geçerken bazen ağaçlarda derin çentikler bırakıyorlardı. Patikalardan sapıp kestirmeden çıkışa doğru giderken bir çalıyı yararcasına geçtiklerinde ışık çubuğu bir bedene çarptı. Bu duraksamalarına neden olurken tutulan fener yerde yatan bedenden sızan kanı ve az ötesinde duran diğerini açığa çıkardı. Ceset refleksle ağızlardan küfürlerin çıkmasını sağladı, hızla geçen gölge ise yeni bir irkilmeyle sonuçlandı.
Daha yeni öldürülmüş gibi sızan kan kendi askerlerinin cesetlerini bulduklarını sanmalarına neden olmuştu. Ancak tekrar baktıklarında tanımadıkları kişiler olduğunu fark ettiler. Üstlerindeki asker üniforması kendi timlerinin değildi, bırakın kendi timlerini şu an yürürlükte olan herhangi bir üniformayla bile eşleşmiyordu. Drake az önceki irkilmenin sonucu kaldırdığı tüfeği hâlâ indirmemişti, kimse de bunu sorgulayacak düşüncede değildi. Hayatta kalan iki çaylak artık sessizce ağlamaya başlarken Drake de soğukkanlılığını kaybetmeye başlamıştı. Olaylar sürekli bu hızda devam ederse zihinsel olarak kırılan tek kişi de onlar olmayacaktı. Komutanı dikkatlice yüz üstü yatan bedeni çevirdi.
Boğazı hunharca parçalanan cesedin neredeyse başı gövdesinden ayrılacaktı. Çevrilmenin etkisiyle baş mide bulandırıcı bir açıyla gövdeden uzaklaştı. Soluk borusu net bir şekilde görülebiliyor, kırılan çenesi sağa doğru kayarak kanla boyanmış dişlerini gözler önüne seriyordu. Açık gözleri boşluğa doğru dönük ve kan doluydu. Tanımadıklarından emin oldukları bu adam bunca şeye rağmen sıkı sıkı bir kağıt parçası tutuyor, eski model bir telsiz de çok uzağında durmuyordu.
Komutanı önce adamın omzundan rütbesini koparttı ardından parmaklarından zorlukla kurtardığı buruşmuş kâğıdı açtı. 2006 senesinden kalma görev belgesi şu anki tarihe oldukça uzaktı. Elindeki belgeyi gören diğer tek kişi ise Owen'dı. Gözleri genişlerken yeniden adama baktı. Eski model telsizi ve üniformasıyla görev tarihine uygundu, ancak cesedinin bu kadar taze kalması imkânsızdı. Odaklanmak için elleriyle gözlerini ovuşturdu, açtığındaysa diğerleri ile beraber daha travmatik bir görüntüye şahit oldu.
Şimdiye kadar sadece göz yanılsaması denilecek kadar kısa süre gördükleri varlıklar hızlı hareketlerine rağmen daha net görülüyordu. Dudakları bir insanın zarar görmeden yapamayacağı kadar geniş sırıtmalarla gece karanlığında sivri dişlerini parlatıyordu. Gözleri beyaz ve gri tonlarında, başka bir renk barındırmıyordu. Vücutları ise onca ışığa rağmen simsiyahtı, hiçbir kıvrım belli etmeksizin karanlık doluydu. Düşündükleri gibi belirli bir fiziki formları yok gibi görünüyordu, gözleri yanılmamıştı. Kıvrılıp şekil değiştirmeye müsait gölgemsi yaratık silüet olarak sınıflandırmaya uygundu. Owen kıkırtı olarak duyduğu sesleri şimdi çalı hışırtıları eşliğinde net bir kahkaha olarak dinlemişti. Askerler üstlerine gelen bu şeyle beraber seri bir şekilde geriledi, ağızlardan çıkan bir iki bağırtı da buna dahil olmuştu. Ardından da Owen'a iki adım mesafede duran komutanı donuk gözlerle tabancasını kendi ağzına soktu ve duraksamadan tetiği çekti. Owen kanın üstüne sıçradığını hissederken arkasından ağızdan kaçan bir hıçkırık sesi geldi ve timi şokla irkildi. Taze kan kokusu genzini ele geçirirken gözleri komutanının düşen bedenine takılı kaldı.
Owen'ın gözleri titrerken az önce üstlerine gelen karartıların şimdi hızla uzaklaşmasının sebebini gördü. Çıkışa doğru uzanan yolun sadece birazcık ilerisinde duran figürü fark etti. 1.90'lık boyuyla hayatı boyunca kısa hissetmemişti, hatta 2 metrelik takım arkadaşları da olmuştu ancak o figürün rahatlıkla 2 metreyi geçtiğini söyleyebilirdi. Karanlığın içinde sadece genel ayrıntıları görünen figür buna rağmen etten kandan bir beden olduğunu belli ediyordu. Owen eğer figür yanına gelirse aralarında ne kadar kalıp farkı olacağını düşünebiliyordu. Nefesi boğazında kalmıştı, aralanan dudaklarından küçük bir hırıltı çıkmış oldu.
En başta vahşi bir hayvan gibi içgüdülerine göre iş yapamayacağını düşünmüştü ama hayır, nefes almaya devam etmek istiyorsa vahşi bir hayvandan farksız olmalıydı. O da saniyeler içinde içgüdülerini takip etti. Kilitlenmiş takımına sertçe emir verdi ve ayaklarını harekete geçirdi.
"Geri dönüyoruz. Işıkları takip edin ve yoldan sapmayın, evin içinden çıkmayacağız. Eğer hayatta kalmak istiyorsanız hata yapmayın."
Tüm bunları iki kat daha hızlı bir şekilde yaptıklarında kapıyı ardına bakmadan kapattı. İçeriyi tamamen aydınlattığında geriye kalanları odanın köşelerine oturttu. Şimdi ise nispeten güvenli olan bu yerde ne olduğunu anlaması ve gitmesi gerekiyordu.
━━━━ ☂ ━
Bu kitapta adı geçen kişiler ve varlıklar kurgudur.
Esinlenilen olay ise gerçektir/benim tarafımdan kurgulanmamıştır.
'Amerikan işgali sırasında Afganistan'a bağlı Registan çölünde çeşitli hikayeler dolaşıyordu; örneğin 2008'deki post-rock olayı ve birçok diğer paronormal olarak sınıflandırılan olaylar. Bir tanesi 2006 yılında araçlarının arızalanması nedeniyle 7 askerin üslerine birkaç mil kala yakınlardaki köye gitmek zorunda kalması ile yaşandı. Köye girdikçe gölgemsi varlıklar askerleri izliyormuş gibi hissettiler, sanki ziyaretçilerini merakla izliyormuş gibilerdi ve gittikçe tedirgin oldular. Fark edemedikleri bir hızda grup bölündü ve tekrar geri dönemediler. Bu olayın kanıtları hâlâ bulunamıyor. Ancak bir video kamera askerlerin(denizcilerin) macerasını 50 dakika boyunca kaydetti. Videonun son 30 dakikası kökeni bilinmeyen garip heykelleri ve satanizm'e bağlı işaretleri gösteriyor. 7 asker hâlâ kayıp, o gün köyde bulunduklarına dair tek kanıt da birkaç gün sonra bulunan bu video kamerasıydı.'
'Hâlâ bu bölge hakkında askerler sıkça ihbarlarda bulunuyor, tanımlayamadıkları yaratıkların varlıklarını hissedip silüetlerini gördüklerini söylüyorlar. O bölgeden geçen yolda sıkça araçlar arızalanıyor ancak köye gitmeyi kimse tercih etmiyor. Bu köy askerler arasında sıkça konuşulan ve gidilmek istenmeyen bir yer.'
!! Belirtmek zorunda kaldım, lütfen inanıp inanmayacağınıza kendiniz karar verin. Araştırdığıma göre resmi belgeli herhangi bir kanıt yok, hatta bölgeye en yakın askeri birim İngiliz SAS'ları ancak böyle bir hikayenin dolaştığı da bir gerçek.
Thank you for reading!
We can keep Inkspired for free by displaying Ads to our visitors. Please, support us by whitelisting or deactivating the AdBlocker.
After doing it, please reload the website to continue using Inkspired normally.