Ağustos, 2019
Beyrut'un geleneksel ve turistik yollarından uzakta, kentin daha az tanınan bir bölgesinde, sessiz ve gözden uzak bir sokaktaydı Dariush Moradi'nin antikacı dükkânı. Bu sokak, genellikle eski Beyrut sakinlerinin ve yerel esnafın yaşadığı, modern turist akınından uzak bir mahalledeydi. Siyah şapkasını alnına doğru çekip başına iyice yerleştiren adam, ağustos ayının kavurucu sıcaklığını sonuna kadar hissettiren sokaklarda, düzensizce sıralanmış sıkışık binaların serinletmeye pek de faydası olmayan gölgeleri arasında ilerledi. Kot pantolonunun üzerine giymiş olduğu siyah tişörtü, iki haftadır kesmediği sakalları ve güneşten iyice esmerleşmiş teniyle gayet sıradan bir görünüm çizse de Dariush’un dükkanından alışveriş yapmak isteyen antika meraklısı zenginlerden de oldukça farklı bir duruşu vardı. Kıyafetlerindeki sıradanlık, Beyrut’un sıcak asfaltlarında arzı endam eden görüntüsüne; tişörtünden taşan sağlıklı, güçlü ve atletik duruşuna, sokakta yankılanan tok adımlarına yansımıyordu. Kestirme yolların bozuk asfaltlarından uzun adımlarla geçen adam bölgeyi avcunun içi gibi bildiğini gösteren bir ritimle yürürken, birazdan yapılacak önemli bir görüşme vesilesiyle kendisine de bir pay düşeceğini anlamış gibi peşine takılan sokak köpeği, dili dışarıda adamın peşi sıra ilerliyordu.
Solgun renkli binaların dış cephelerindeki çatlaklar ve su izleri zamanın yıpratan dokunuşlarını belli ediyor, öğle saatinde genellikle sessizleşen sokaklar, ara sıra bölgeden geçen birkaç yerlinin ya da kaybolmuş bazı turistlerin tek tük sesleriyle canlanıyordu. Son köşeyi de döndükten sonra, sokağın sonunda yer alan, sıvaları dökülmüş, eski bir binanın girişinde durdu adam. Binanın zemin katında yer alan dükkân, paslanmış demir parmaklıklı penceresi ve yıpranmış soluk turkuaz renkteki demir kapısıyla, dışarıdan bakıldığında dikkat çekmeyecek, hatta başını çevirip şöyle bir bakanın bir daha bakmayacağı kadar sıradandı. Renkli kapının, yıllar içinde birçok kez boyandığı, altındaki tabakaların dökülmesiyle ortaya çıkan koyu tonlardan anlaşılıyordu. Kapının yanında asılı duran zil, pirinçten yapılmıştı. Zilin üzerindeyse hem Arapça hem de İngilizce olarak "Lütfen Zili Çalınız" şeklinde çift dilli bir uyarı bulunuyordu. Bu uyarı, dükkânın hem yerel sakinler hem de yabancılar için bir buluşma noktası olduğunu vurgular gibiydi. Kapının yanında duran adam, güneş gözlüğünü çıkarıp demir parmaklıklara doğru başını uzattı. Dükkânın içine hâkim olan loşluk, dışarıdan içeriyi görmeye pek de fırsat vermiyordu.
Peşine takılan köpek zili çalmasını ister gibi bir kez yüksek sesle havlayıp, dinlenmeye alışık olduğu dükkân kapısının önüne oturdu. Eğilip onun başını okşayan adam, kapının kenarında köpek için bırakılmış olan su kabına elindeki plastik şişede kalan suyu boşalttı. Köpek bu anı bekliyormuş gibi yerinden kalkıp kuyruğunu salladı. Kafasını su kabına iştahla daldırırken, şişeyi yan tarafta duran yarısı dolu çöp tenekesine atan adam zilin eski moda, kulpunu aşağı doğru çekti. Nostaljik bir titremeyle, dalga dalga yayılan metalik ses, dükkânın içindeki sessizliği bozarak, ahşap raflarda tozu henüz alınmış kitaplar ve gösterişli antikalar arasında yankılandı. Bu ses, zamanın tozunu silkeleyerek dükkandaki ufak mutfaktan çıkan Dariush’u hareketlendirdi. Demir kapıyı kulak tırmalayan bir gıcırtıyla içeri doğru açan adam, biraz şaşkın fakat memnuniyetini de yüzüne yansıtan bir ifadeyle kenara çekilirken kapının önünde bekleyen adamı eliyle içeri davet etti.
“Tam zamanında.” dedi neşeli bir ses tonuyla. “Temizlik için kondisyonu sağlam birine ihtiyacım vardı.”
Gözlüğünü tişörtünün yakasına iliştiren adam, uzun boyu ve kalıplı yapısıyla dar kapıdan zor geçecekmiş izlenimi veriyordu. Geniş bir adım atarak içeri girdikten sonra kapıyı kendisi kapatırken şapkasını da başından çıkardı. Önleri hafif uzamış koyu kahverengi saçları terden nemlenmiş, tel tel ayrılmıştı. Onları elleriyle geriye doğru tararken, “Demek hala bana muhtaçsın. Sana katlanacak bir yardımcı bulamadın mı?” diye sordu. Bölgedeki gündelik iletişimde baskın olan, akıcı entonasyona sahip Levanten Arapçasıyla[1] konuşuyordu.
“Bir yardımcı, bu trafiği yönetirken ayağıma dolanan bağdan başka bir şey olmaz.” dedi Dariush etraftaki dağınıklığı göstererek. Dükkânı şöyle bir inceledi genç adam. Kapıdan girdiğinden beri etrafını yoğun bir tarihi atmosfer kuşatmıştı. İçerisi dışarıdan çok daha serindi. Hava, tütsü ve eski mobilya kokusuyla doluydu. Zemine serili eskitilmiş İran halıları attığı adımları yumuşatıyordu. Arka plandaysa bir pikapta çalan geleneksel Arap müziği tınıları vardı. Dükkân, tavanından sarkan demir yuvalı ampullerle aydınlatılmış, hafifçe titreyen sarı ışıklar raflarda ve yerlerde düzensiz şekilde duran bir dizi antika üzerinde yer yer gölgeler oluşturmuştu. “Müşteri beklemiyordum. Geleceğini bilseydim etrafa biraz çeki düzen verirdim.” diyen Dariush köşede duran tahta taburelerden birini uzattı adama.
Tabureyi altına alıp oturdu ve samimi bir ifadeyle konuştu Tuğrul. “Neyse ki ben çok titiz bir müşteri sayılmam, ha Dariush?” derken sağ tarafındaki camlı, ahşap dolapların derinliklerinde bulunan, dökme demir ve bakırdan yapılmış pusulalarla sekstantları inceledi.
Başını sallayan adam başka bir tabureyi Tuğrul’un karşısına sürükledi. 60'lı yaşların ortalarında olan Dariush’un yüzünde yıllardır tarihle iç içe yaşamış olmasının getirdiği bir olgunluk ve derinlik vardı. Önleri seyrekleşen saçları, esmer tenine tezat şekilde kar beyazına bürünmüş ve düzgün bir şekilde geriye taranmıştı. Saçları gibi beyazlamış olan sakalı uzun, gür bıyıkları yukarı kıvrıktı. Alnına ve göz çevresine yerleşmiş kırışıklıklarsa yaşamının getirdiği zorlukların kalıcı izleri gibiydi. Kaşları kalın ve dik, burnu belirgin ve kemerliydi. Bu görüntüsüyle Orta Doğuluların tipik özelliklerini taşıyordu. Karşısındaki adamın yanındaki küçük masada bulunan plastik kayık tabaktan aldığı ma'amoul[2] adı verilen tereyağlı kurabiyeyi ağzına atıp havadaki kahve kokusuna da tazı gibi burun diktiğini görünce, “Hiç sayılmazsın.” dedi Dariush. “Ama obur bir müşteri olduğun kesin.” dedikten sonra da dükkânın sonundaki mutfağa doğru yürüdü.
“Karnımın gurultusu rahatsız ettiyse kusura bakma. Ne de olsa uzun yoldan geldim.” diye beklentiyle seslendi adam arkasından. Kısa süre sonra porselen fincanlara koyduğu, orta derecede öğütülmüş çekirdeklerden hazırlanan ve bir miktar kardamom ile tatlandırılmış kahvelerle geri döndü yaşlı adam. İkisi karşılıklı oturdukları taburede kahvelerini içip biraz sohbet ettikten sonra, “Bu beklenmedik ziyareti neye borçluyum?” diye sordu Dariush. “Tuğrul Atalay’ı yeniden buralara getirdiğine göre konu epey önemli olmalı.”
“Üstesinden gelemeyeceğim bir şey değil Dariush.” diye karşılık verdi Tuğrul, üstten bakan bir tavırla. “Ama bilirsin. Eski bir dost eli işleri bazen çok kolaylaştırabilir.”
Adamın bronzlaşmış tenini, yüzündeki ciddi ifadeyi inceleyip, “Bu sefer aksiyonun ortasına atlamış gibi görünmüyorsun.” diye bir tespit yaptı Dariush. “Kolun, bacağın, yüzün hala yerli yerinde.”
“Şimdilik...” diye belirtti Tuğrul. “Birkaç önemli bilgiyi benim için kovalamazsan, işler tersine de dönebilir.” derken uzamış sakallarını sıvazladı. Bu imajıyla, 20’lerinin sonunda olan birinden çok 30’larının ortalarına gelmiş olgun bir adamı andırıyordu. “O zaman kıskandığın bu yakışıklı yüzde ciddi hasarlar oluşabilir.”
“Bunu neden isteyeyim?” dedi adam açık sözlülükle. “Dükkanımın en sağlam müşterisini kaybetmek benim de işime gelmez. Hele ki diplomatik bağları bu kadar kuvvetli birini…” dedikten sonra elini babacan bir ifadeyle Tuğrul’un omzuna attı. “Farzad’ı bulmam için yaptığın yardımları unutmuş değilim. Senin için elimden geleni yaparım evlat.”
Geçmişte İran’da bir üniversitede tarih bölümünde okutmanlık yapan adam, İslam devriminden kısa süre sonra Lübnan’a yerleşmişti. Devrimin getirdiği siyasi baskılar ve çalkantılar, Dariush'un ailesinin ve kendisinin hayatını kökten değiştirmişti. Ailesi, siyasi baskılar nedeniyle hedef alınmış ve trajik bir şekilde hayatını kaybetmiş, kız kardeşi de bu hengamede ortadan kaybolmuştu. Ona yıllarca ulaşamamıştı Dariush. Ta ki Tuğrul’la karşılaşana kadar… Baalbek’te tanıştığı genç adamın yürüttüğü bir operasyon için, sağladığı önemli bilgilere karşılık aldığı sonuç küçümsenecek cinsten değildi. Adamın hikayesini dinleyen Tuğrul, yürüttüğü operasyondan hemen sonra İran ve Lübnan’daki üst düzey yetkililerle iletişime geçerek Farzad’ın Türkiye-Suriye sınırında bir mülteci kampında olduğu bilgisine ulaşmıştı. Kampa düzenlenen bir operasyondan kısa süre sonra da Dariush, Tuğrul sayesinde kız kardeşini Beyrut’a, yanına getirebilmişti.
İki koca yudumla kahve fincanının dibini gören Tuğrul, tabaktaki sonuncu kurabiyeyi de mideye indirdikten sonra yüksek sesle konuştu. “Uzmanlığına ihtiyacım var.”
Kahvenin beyaz bıyıklarına bulaşan telvesini uzun parmaklarıyla aşağıya doğru sıyırdı Dariush. “Ne zaman istersen.” diye cevapladı adamı. “Diğer konuyla da ilgileniyorum biliyorsun. Elimizde henüz somut bir şey yok ama iz sürmeye devam edeceğiz. Öyle ya da böyle bir ip ucu yakalayacağız sonunda.” Tuğrul’un uzun zamandır Viyana’da gerçekleşen bir terör saldırısının faillerine ulaşmak istediğini, yıllardır bu konuyu araştırdığını, bölgedeki kaçakçılık faaliyetleri için sık sık Orta Doğu’da görev almasının esas nedenlerinden birinin de bu olduğunu, fakat şimdiye dek konuyla ilgili hiçbir bağlantı bulamadığını biliyordu. Farzad’ı yanına getirdikten sonra aralarında oluşan samimi bağ, genç adamın bölgede güvenilir bir yerel esnafa ihtiyaç duyduğunu söylemesiyle pekişmişti. Dariush, işi gereği Lübnan ve çevresinde yasadışı kazılar gerçekleştiren birçok kişiyle sürekli bağlantı içindeydi. Bu da Lübnan’ı bölgedeki yerel halkın dışında, ülkedeki çalkantılı siyasetin ve zayıf otoritenin boşluğundan faydalanmak isteyen Suriyeli, İranlı, Iraklı, Ürdünlü pek çok iş insanı dışında Lübnan yolları ve limanları üzerinde denetim sağlamış üst düzey görevliler için de yasadışı faaliyetlerin önemli merkezlerinden biri haline getiriyordu. Böylece Lübnan’a antika ve tarihi eser kaçakçılığı için yolu düşen yüksek gelirli grubun sağladığı bağlantıların ucu bir şekilde Dariush’un antika dükkanıyla kesişiyordu. Bu da Tuğrul’un bölgede kurmak istediği denetimle ilgili Dariush’u bu pozisyona en uygun isimlerden biri yapıyordu.
“O konuda bir şüphem yok.” dedi Tuğrul. “Daha önce konuştuğumuz gibi irtibatta kalmaya devam edeceğiz fakat şimdi mevzumuz bu değil.”
“Nedir mevzu?” diyen Dariush fincanını boşalmış kurabiye tabağının yanına bıraktı. “Anlat bakalım.” derken kulaklarını meraklı bir kedi gibi dikip uzun bıyıklarını da iki yanından burdu.
Onun hevesle beklediğini gören Tuğrul, “Bir falsonu görürsem neler olacağını hatırlatmama gerek yok herhalde.” diye takıldı adama. “Konuyu öğrenmeden yardıma bu kadar istekli olman biraz tadımı kaçırdı. O deneyimli burnun büyük balığın kokusunu çabuk alıyor.”
“Dariush bu saçları değirmende ağartmadı.” dedi yaşlı adam alınmış gibi. “Yamuk yapılacak adamlar belli, dürüst olunacak, arkasından gözü kapalı gidilecek adamlar belli. Burnum kokuyu iyi alır ama hafızam da fena değildir. Senin hangi kategoriye dahil olduğunu hatırlamama gerek yok sanırım.”
“Güzel.” dedi Tuğrul memnun olduğunu belli eden bir tavırla. “Sen Osmanlı tarihinde Türkler kadar yetkinsin Dariush. Sultan Abdülaziz sanata ve kültüre önemli katkıları olan bir padişahtı, biliyorsun. Üzerinde Abdülaziz’in resmi mührünün olduğu bir el yazmasının bir süredir Beyrut’ta olduğu ve alıcılarla buluşturulacağı bilgisini aldık. Ulaştığımız kaynaklar, bu eserin Abdülaziz’in yazdığı diğer eserlerin kaligrafisinden oldukça farklı ve nadide bir eser olduğunu söylüyor. El yazmasının görselleri Facebook’taki kapalı ve çok az kişinin olduğu bir grupta paylaşıldı. Biz de vakit kaybetmeden alıcı olarak adamla iletişime geçtik. Başka yerde bir eşine ya da görseline de rastlamadık Osmanlı arşivinde yapmış olduğumuz araştırmalar, satıcının bize sunduğu el yazmasının Osmanlı sanatıyla ilgili ulaşabilecek ender objelerden biri olduğunu gösteriyor. Yıllardır ortaya çıkmayan el yazmasıyla ilgili ilk kez bir ipucu yakaladık.”
Düşünceli bir ifadeyle Tuğrul’u dinleyen Dariush, adamın aklından ne geçtiğini çoktan anlamıştı. “Siz de benden bu eseri tanımlamamı istiyorsunuz.”
“Son yıllarda bu tür pazarlarda sahte ürünler iyice yayıldı. Daha önce de sahtesi yapılmış bazı eserleri senin iş birliğinle tespit etmiştik. Bu yüzen el yazmasının farklı açılardan fotoğraflarını görmek için talepte bulunduk.”
“Bu tür el yazmalarında satıcıların bilgisi genellikle düşüktür, o yüzden satıcılarla alıcılar arasında güven ilişkisi şarttır.” dedi Dariush. “Teklifinizi kabul ettiler mi?”
“Antika eser olduğu için adamlar Dark Web kanalını kullanmıyorlar.” dedi Tuğrul. “Sosyal medyada ve çevrimiçi kanallarda daha büyük bir pazara ulaşabileceklerinin farkındalar. Bize de Telegram üzerinden iletişime geçmemizi söylediler. Talebimizi iletince eserin orijinal birkaç fotoğrafını gönderdiler.” diyerek cebinden telefonunu çıkardı. “Şimdi sana da iletiyorum.”
Mesajın geldiğini belirten tiz uyarı sesiyle gömleğinin cebinde bulunan yakın gözlüğünün ipini boynundan geçirip gözlüğü burnunun ucuna iten Dariush, açtığı fotoğrafı dikkatle incelemeye başladı.
“Otantikasyon[3] için laboratuvara göndermeye zamanımız yok.” diyen Tuğrul telefonunu pantolonunun cebine sıkıştırdı. “İşini bilen bir göze bu yüzden ihtiyacım var. El yazması sahteyse riske girmeye gerek yok. Yerel güçlerle başımı ağrıtmak istemiyorum.”
Temkinli davranmakta haklıydı Tuğrul. Siyasal sistemin uzun yıllardır farklı mezheplere dayalı olarak çoklu güç paylaşımı üzerinden şekillendiği ülkede krizler ve iç çatışmalar bitmiyordu. Farklı görüşlerin varlığı yıllar önce gruplar arasında büyük bir iç savaşa dönüşmüş, savaşın ülkedeki yıkıcı etkileri de uzun süre devam etmişti. Ülkedeki milis güçlerin elindeki silahlar da savaş sonrası yapılan anlaşmayla toplatılmış gibi görünse de çoğu belirli miktarda silahı elinde tutmaya devam ediyor, cemaatler arasındaki gerginlikler bazen hızla silahlı çatışmalara dönüşebiliyordu. Ekonomik kriz ve işsizliğe yönelik protestolar, Hizbullah-İsrail arasında tırmanan gerginlik ve Suriyeli mültecilerin ülkelerine geri dönmesini isteyen bazı siyasal grupların baskıları derken 2019 yılı Lübnan için hareketli geçiyordu. Mevcut siyasal istikrarsızlıktan ve ekonomik krizden doğan kaotik ortam yüzünden ülke, antika ve tarihi eser kaçakçılığı için elverişli bir rota olma özelliğini koruyordu. En büyük kârı da eserleri bulunduğu yerden çıkaran küçük satıcılar değil, yolsuz hükümet yetkilileriyle ülkedeki yasadışı tarihi eser ticaretini kontrol etmek isteyen silahlı örgütler elde ediyordu.
“Bu fotoğraflardan eserin sahte olup olmadığını kesin olarak söylemem mümkün değil Tuğrul, bunu sen de biliyorsun.” dedi Dariush sıkıntılı bir ifadeyle. “El yazmalarının niteliği çok yönlü analizlerle netleşir. Yazı stili, kullanılan malzeme, sayfa düzeni, dil ve içerik, fiziksel durum, tarihsel bağlam bir arada değerlendirilirse daha sağlıklı sonuçlara ulaşılır.” dedikten sonra yüksek kaliteli fotoğrafı ekranında biraz daha büyüttü. “Osmanlı döneminde kullanılan kağıtlar genellikle yüksek kaliteli, el yapımı kağıtlardır. Gönderdiğin fotoğraf bunu desteklese de kâğıdın üretim tekniğine de yakından bakmak, dokusunu anlamak gerekir. Sayfalardaki düzen ve simetri, kenar süslemelerinde kullanılan motifler, sayfalarda gördüğüm kelimelerin kullanımı ve cümle yapıları da verdiğin bilgilerle uyumlu görünüyor. Ama söylediğim gibi… Bunları fiziksel olarak görüp bir bütün olarak değerlendirmeden sana net bir şey söylemem mümkün değil. Fotoğrafları istediniz tamam ama el yazmasını adamlardan emin olup nasıl temin edeceksiniz?”
“İşte bu, senin uzmanlığını konuşturacağın en uygun zaman.” dedi Tuğrul sanki bu teklifi adama her gün yapıyormuş gibi kaygısız bir tavırla. “El yazmasının orijinalliğini yerinde tespit edebilmem için sana ihtiyacım var Dariush. Kılık değiştirerek alıcı rolünü üstlenecek ve görüşmeye sen gideceksin. Takacağın akıllı kontak lens, gördüğün her şeyi eş zamanlı olarak bize aktaracak, kulak içi dinleme cihazıyla da sesli irtibat kuracaksın. Seni anbean takip edeceğiz.”
“Ben mi?” diye sordu yaşlı adam şaşkınlıkla. “Açıkçası yardım derken daha basit görevler sunmanı bekliyordum.” derken gözlüğünü yavaşça gözünden çıkardı. Sesi tereddütlüydü. “Kılık değiştirerek potansiyel dolandırıcıları dolandırmak ha? Bu sandığımın biraz üzerinde oldu.”
“Endişelenme.” dedi Tuğrul. “Sorun çıkmayacak. Hem dolandırıcıların kılık değiştirmenin dışında en önemli özelliği ikna edebilmektir. Bu da senin gibi işini bilen bir adam için gayet basit. Sen de biliyorsun ki bu, seninle yaptığımız ne ilk ne de son iş olacak. O yüzden içini ferah tut. Sana zarar gelmesine izin vermeyiz. İhtiyaç halinde içeri girmekten de çekinmeyiz.”
“Peki ama unuttuğun bir şey var.” dedi Dariush tereddütle.
“Nedir o?”
“Beni burada herkes tanır. Ne kadar kılık değiştirsem de yaşım gereği açık verme ihtimalimiz yüksek. Kılık değiştirmek riskli olabilir. Farklı bir yol mu denesek?”
Adamın her zaman şahit olmadığı bu endişeli hali Tuğrul’u eğlendirmişti. Dudakları iki yana kıvrılırken, “O da bizim uzmanlık alanımız Dariush.” dedi kendinden emin bir ifadeyle. “Yüzünü, görüntünü ve sesini küçük bir operasyonla geçici olarak değiştireceğiz.”
Tepelerindeki sarı ışığın anlık gidip gelen cızırtılı yansıması Dariush’un yüzünü sıyırıp geçti. Sakalından açıkta kalan bronz teni küçük noktalarla parlıyordu. Terlemiş miydi o? “Kalıcı bir iz falan olmasın.” dedi çatallı bir sesle.
“Yüksek teknolojinin ve profesyonel ellerin halledemeyeceği sorun yok Dariush.” dedi Tuğrul kayıtsızca. “Küçük makyaj hileleriyle ve ses değişimi için boğazında, deri altına yerleştireceğimiz bir implantla emin ol sen bile kendini tanıyamayacaksın.”
Elinin tersiyle alnını silen Dariush “Sen öyle diyorsan…” dedi durumu kabullenmiş halde. “Pekâlâ, alıcı olarak ben giderim. El yazmasının tespitini de yaparım. Sonrası artık size kalmış.” dedikten sonra muzip bir ifadeyle ekledi. “Bizim ünlü bir atasözümüz vardır Atalay. Ben ölüyü yıkarım. cennete mi, cehenneme mi gideceğine karışmam.”
İşini halletmenin verdiği keyifle ayağa kalktı Tuğrul. “Sen sadece büyük buluşmaya hazırlan. Gerisini düşünme. Merak etme. Hizmetinin karşılığını fazlasıyla alacaksın.” dedikten sonra spor şapkasını başına yerleştirdi. Tişörtüne taktığı güneş gözlüğünü çıkarırken, “Bu iş için de bizim ünlü bir atasözümüz var Dariush.” dedi koyu kahverengi gözlerindeki tehlikeli pırıltılarla. Gözlüğünü taktıktan sonra, adama sırtını döndü ve kapıya doğru yürüdü.
“Yuyucunun hakkı eline geçsin de ölü ister cennete gitsin ister cehenneme…”
[1] Akdeniz'in doğu kıyılarında, özellikle Lübnan, Suriye, İsrail ve Filistin gibi ülkelerin bulunduğu Levant bölgesinde konuşulan Arapça lehçelerinin birleşimidir. Lübnan Arapçasında diğer Levanten lehçelerden farklı olarak Fransızca'nın etkisi daha belirgindir.
[2] Levant bölgesinde yaygın olarak tüketilen, hamurunda hurma, ceviz, badem gibi iç dolgular bulunan bir kurabiye türü.
[3] Bir objenin gerçekliğini, orijinalliğini ve belirli bir tarihi döneme veya kültürel bağlama ait olduğunu doğrulama süreci.
Thank you for reading!
We can keep Inkspired for free by displaying Ads to our visitors. Please, support us by whitelisting or deactivating the AdBlocker.
After doing it, please reload the website to continue using Inkspired normally.